BALFA EGITIM ÖGRETIM KURUMLARI...

film

Image Hosted by ImageShack.us

Uyarı.!!






- Dikkat! Türkiyenin en Büyük Türkçe Ogrish Gore Sitesine Girdiniz.

- Giriş Yaptığınız Site +18 Olup Korkutucu,Ürkütücü İçerik Bulundurmaktadır.

-18 yaş altındakiler siteye giremezler.Sizlere diğer sitelerde gezinmenizi öneririm.

- Eğer 18 altıysan derhal bu siteyi terketmelisin..İçerik çeşitli problemlere ve psikolojik sorunlara neden olabilir.

- Kimi içerik sizi şiddete sürükleyebilir..Bu nedenle doğacak problemlerden kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.

- Tüm dünyadaki gerçek,garip,dehşet ve korku içerikli görüntü ve resimler site içerisinde ve sansürsüz yayınlanmaktadır.




Reklam Alanı

canlı maç izle

19 Aralık 2008 Cuma

Nükleer'e Hayır

Nükleere inat yaşasın hayat!

NÜKLEER'E HAYIR

--

KAZ DAĞLARI'NDA
MEZAR KAZICILARA YER YOK!

Yine geliyorlar, havamızı, suyumuz, toprağımızı zehirlemeye… Bu kez siyanürle saldırıyor gaspçı katiller! Bergama’da, Eşme’de yaptıklarından sonra şimdi de Kaz dağlarını siyanürle dağlamaya geldiler, öyle mi? Kaz dağlarının altını oyarak, çıkaracakları altınlardan bahsediyorlar pişkin pişkin. Kaz dağlarında sadece mezar kazacaklarını bilmediğimizi mi, zehirli altınlarıyla gözlerimizi kör edebileceklerini mi sanıyorlar? Sanki hiçbir maliyeti yokmuş, altın için Kaz dağlarını kazmamak enayilikmiş gibi atıp tutuyorlar. Kaz dağlarında ne yapacaklarını biz çok iyi biliyoruz; tüm canlılar için mezarlar kazmaya geliyorlar! “Hayvanların anası, bin pınarlı İda”nın bağrı kazarak çalacakları altınlar gaspçıların ceplerini doldururken Kaz dağlarının altını boşaltacaklar; hesapta…

Kandaki oksijeni yok eden siyanür gibi dünyanın oksijeni en bol yerlerinden biri olan Kaz dağlarında oksijen bırakmayacak siyanürcü katiller. 1 gram altın için 1 ton toprak kazacak, altın için cennet gibi toprakların, hayat membaının altını üstüne getirecekler. Kullanacakları 400 bin ton siyanürün, 100 bin tondan fazlası havaya karışacak. Sadece köknarlar değil, Kaz dağlarında kök salmış ne varsa hepsi, üzerinde bir daha asla ot bile bitmeyecek toprak yığınlarının altında kalacak. Siyanürcü katiller, ceplerini doldurmak için Çanakkale ilinin kullandığı kadar, su kullanmakla kalmayacaklar, daha şimdiden çamur akıtmaya başladıkları pınarlardan denizlere de zehir akıtacaklar.

Hayır! Kazın ayağı öyle olmayacak! Yok öyle yağma, yok öyle talan! Kaz dağında mezar kazamayacaklar!

Altın gelecek yerden Kaz esirgenmez diyerek kimseyi kandıramazlar!

Hayvanları öldürerek, sadece Kaz dağlarında yetişen türleri, geniş ormanları yok ederek elde edecekleri altınlar Sarıkız’ın saçlarından, Kaz dağlarının hayat dolu yamaçlarından daha değerli olamaz. Doğumda, sünnette, düğünde, “mutlu günler”de takılan altınlar hep başkalarının felaketiydi; ama topraklar zehirlendikten, sular kirlendikten, ormanlar yok edildikten sonra o altınlarla kimsenin mutlu günü olmayacak! Yaşanacak toprak, solunacak hava, içecek berrak sular, sırtını yaslayacak ağaçlar yoksa hayat da yok, gelecek de! Biz ölüm değil, hayat solumak istiyoruz. Siyanürcü katilleri de, kazacakları mezarlardan ölüm getirecek altınları da istemiyoruz. Siyanürlü gaspçıların, nükleerci katillerin, turizmci yalancıların suçuna 'sus payı'yla ortak olmayacak, hayatı talan etmelerine seyirci kalmayacağız! Altın için hayatı ayaklar altına alan gaspçılara izin vermeyeceğiz.

Kaz dağlarında mezar kazıcılara yer yok!

Siyanürlü katillere hayır!



...

Coyul neler olduğunu anlamadı. Yazu izlemesini söyledi. O Yazu'yu izledi. Yazu küçük tünellerden, büyük geçitlerden geçti. Coyul onu izledi. Yazu arada bir arkasındaki Coyul'a bakıp sinirli sinirli gülüyordu. Coyul hâlâ bir şey anlamıyordu. Sanki beyninin kıvrımları iyice büzüşmüştü, sanki beyni salt kıvrımlardan oluşan bir küçük düğüm halini almıştı. Başı ağrıyordu. Yap-bozun parçalarını bir araya getiremiyordu. Düşünemiyordu.. bir süre sonra düşünmek istemeyecekti..

Bir kapının önüne geldiler. Etrafı mat yaldızlarla kaplı, iki metre boyunda, üç metre eninde bir kapıydı bu. Mağaradaki açık yeşil aydınlatmada rengi kapkara gözüküyordu. Kapının kolları ise mordu. Yazu durdu. Coyul da durdu. Yazu bekledi. Coyul da bekledi. Coyul bir şey sormak istemiyordu, çünkü aldığı cevaplar zaten beynini allak bullak etmişti. Ama Yazu, Coyul soru sorana kadar öylece bekleyecek gibiydi. Sonsuza kadar belki de.. Coyul ölmüştü zaten. Beklerdi. Ama merak, ama sabırsızlık, ama sıkıntı, ama düşüncesizlik ama herşey peşini bırakmadı ve Coyul dayanamadı.

- Burası neresi? Niye bekliyoruz?

Yazu yine sinirli sinirli güldü. Bu Coyul'un sinirlerini fena halde bozdu. Yazu cebinden anahtar gibi bir şey çıkardı. Coyul, Yazu'nun büyük-simli cüppesinde bir cep olmasına şaşırdı. Niye şaşırdığını da anlamadı. Yazu kapıyı açtı, içeriden parlak mavi bir ışık süzüldü üstlerine doğru. İçeri girdiler.

Coyul gözlerini kırpıştırdı. Aslında ışık huzmeleri o kadar da parlak değildi. Göz kamaştırmıyordu. En azından birinci tüneli görmüş olan Coyul için pek de parlak değillerdi. Ama refleks olarak gözlerini kırpıştırdı. Etrafındaki şekiller belirginleşmeye başlayınca alakasız şeyler gördü. Duvarlarda üzüm yaprağından afişler vardı. Üstlerinde neler yazdığı konusunda Coyul'un en ufak bir fikri yoktu. Yerlerde bir kaç kap-kacak vardı. Ama sanki şekilleri büzüşmüş gibiydi. Ve aniden girdikleri odanın çok büyük olduğunu farketti. Odanın ortasındaki büyük cisme dikkatini yoğunlaştırmaya çalıştı. Bu mavi ışık o cisimden geliyordu. Çok büyük bir küre. Üstünde delik deşik olmuş bir mahfazası var. Mahfazanın üstü açık. Ama sağ-sol-alt taraflarında binlerce küçük delik var. O deliklerden de kürenin ışığı süzülüyor. Mavi ışık.. Coyul yakınlaştı. O küçük delikler, zorla açılmış gibiydi. Mahfazanın üstündeki açıklığa ulaşmak imkansız gibi gözüküyordu. Ama aşağıdan görüldüğüne göre gayet düzgün bir yuvarlaktı. Kürenin mahfazası her an paramparça olacak gibiydi. Coyul, Yazu'ya döndüğünde; tüm yaptıklarını gülümseyerek izlediğini gördü. Yazu ağzını açtı, bir şey söylemeden kapattı. Kısık sesle bir kaç küfür mırıldandı. Sonra konuşmaya başladı:

- Gördüklerine bir anlam veremiyorsun, biliyorum. Şimdi aklında istif etmiş bütün soruları sorabilirsin Ahmak Coyul.
- Ben öldüm mü?
- Hayır.
- Ama Lima dedi ki..
- Siktir et Lima'yı.
- Çok akıllı gözüküyordu.
- Sen salaksın. Lima senden mantıklı olmayan şeyler yapmanı istedi. Burnunu kapa dediğinde kapadın ve sesler kesildi. Sen burnunu kapadığında seslerin kesildiğine inandın. Halbuki o tüneli Lima inşa etmişti. İstediği her şeyi yapabilirdi. Sesleri de o kesti. Seninle dalga geçti. Sen de inandın. Sen salaksın. Onun tahakkümü altına girdin. Sonra İdel ile karşılaştın. İdel gayet mantıklıydı. Ama sen deli sandın. Sen salaksın. Beynini sen yıkadın.

Coyul'un kafasındaki yap-boz bir araya gelmemecesiye dağıldı.. Bir-kaç dakika suskun kaldı. Sonra doğruldu:

- Bana neden ahmak diyorsunuz?
- Çünkü sen ahmaksın.
- Neden?
- Çünkü sen karar vermek zorundasın.
- Neyin kararı?
- Anlarsın.
- Karar vermezsem?
- Vermek sorundasın.
- Anlamıyorum.
- Gözlem gücün çok düşük. Hiç bu mağaranın tavanına baktın mı?

Coyul tavana baktığında şaşkınlıktan ve korkudan çığlık attı. Bir anda dizlerinin üstüne çöktü. Tavanda binlerce Coyul baş aşağı sarkıyordu. Yüzleri maviydi ve ağızları kulaklarına değiyordu. Dişleri bembeyazdı. Mavi ışığı yansıtıyordu dişleri. Hepsi yüksek sesla kahkaha atmaya başladılar. Coyul anlamadı. Onlar konuşmadı. Coyul'un kafasında artık bir yap-boz bile yoktu...

- Bunlar kim?
- Senden önceki Coyullar.
- Anlayamıyorum. Neden buradayım? Korkuyorum.
- Gerçekten bilmek istiyor musun?
- Sanırım evet.
- Sözümü kesmemeye söz veriyor musun?
- Söz.
- Tamam o zaman. Dinle. Şu dikkatini celbeden kürenin ismi Yüdan'dır. Bu mağaraya gelen herkes bu küreyle yüzleşmek zorundadır. Bir sırrı yoktur. Göründüğü gibidir. Üstünden içine atlanılır. Gerçekten başka hiç bir sırrı yoktur. Senden ve tepedeki Coyullardan önce de milyonlarca-milyarlarca şahıs geldi buraya. Biz hep buradaydık. Ve anlattık. Onların bir çoğu sırsızlığa-açıklığa-belirginliğe dayanamadılar. Ve kendi etraflarına bir sır perdesi örmek istediler. Yüdan'a girmenin kolay yolunu boşverdiler. Mahfazada kendileri için delikler açtılar. Mahfazayı kırdılar. O deliklerden Yüdan'a girdiler. Yüdan'ı o deliklerden tarif ettiler. Dağ taraftan girenler, sol tarafı ve alt tarafı göremediler. Diğer taraflardan girenler de hâkezâ. Bu süre içinde mahfaza kırldı, mahfaza parçalandı. Şu an bir deliği daha kaldıramayacak durumda. O deliklerden girenler Yüdan'ı bir sır perdesi içinde tarif ettiler. Herkesi o sır perdesine davet ettiler. Büyük Sır diye bir şey uydurdular ve onu bulmaya çalıştılar. Halbuki Sır yoktu. Yüdan bu. Daha fazlası değil. Mahfaza kızdı. Yüdan kızdı. Üstteki delikten kimseyi almamak üzere anlaştılar. Artık herkes şaşkın şaşkın dolanıyor Yüdan'da. Sırr'ı arıyorlar. Halbuki Sır yok. Yüdan bu. Daha fazlası değil. Sonra Coyullar gelmeye başladılar. Nihâî kararın temsilcileri. Görevleri basitti. Ya mahfazayı paramparça edip parçalarından yeni bir mahfaza inşâ edeceklerdi; ya da Yüdan'ı kendi fekaletiyle başbaşa bırakıp eskilerin yolundan gideceklerdi. Mahfaza'yı yok etmek öyle kolay değildir. O parçalanırken senin de tüm etlerin kemiklerinden ayrılır. O kırılırken, kemiklerinin de çatırdadığını duyarsın. Yıkım tamamlandıktan sonra ise Mahfaza'yı inşa etmeden önce kendini inşa etmek zorunda kalırsın. Senden önceki Coyullar böyle bir kararın yükümlülüklerini almak istemediler. Ama sen sonuncusun. Ve karar vermek zorundasın. Bu yüzden mecburen Ahmaksın. Senin kararın biraz daha farklı olacak. Çünkü Yüdan erimek üzere. O erirse Yüdan'dakiler de eriyecek.. ve biz de.. Şimdi.. iki şık: Ya Mahfaza'yı tüm delikleriyle birlikte yıkarsın.. ya da şu köşedeki balyozu kendi kafanda denersin. Ve bizden önce yok olma şerefine nâil olursun...

Coyul'un yüreği beyninin, beyni yüreğinin yerinde işlemeye başladılar. Sanki tüm iç organları özel anlaşmalarla yer değiştiriyorlardı. Kafasındaki ağrı göğsüne inmişti. Ayrıca kolları ve bacakları da ağrıyordu. Coyul'un manevi şekli değişiyordu. Coyul hiç bir şey düşünemiyordu eskiden. Şimdi ise düşünmek en büyük ızdıraptı. İstemiyordu.. Büyük bir kargaşa vardı sanki içinde. Sanki değil, vardı işte.. Köşede... balyoz... ya mahfaza... ya kafa...zorunluluk...karar...cevap...

Coyul, ayaklarını sürüyerek köşeye gitti. Balyozun ucunu kavradı... Kararını bilen?

--Bitiverdi--

Biterken: Riverside - Schizophrenic Prayer

..hayatının yalan olduğuna.

Doğduğunda olduğun kişiyle şimdi olduğun kişi arasındaki farkları düşün. Üstüne yüklenen zorunlulukları düşün. Bu zorunluluklar içinde körcesine hayatını yaşarken aklına hiç getirmediğin şeyleri düşün. Aslında şu siktiğimin işini yapmak zorunda değilsin. Aslında olmadığın gibi görünmek zorunda değilsin. Aslında doğruyu hissedebiliyorsun, ama bilmiyorsun..

Okulda derslerin nasıldı? Çok mu iyiydi? Yoksa arka sıra piçlerinden miydin sen de? Okulda neler öğrendiğini hatırlamadığını biliyorum. Yani şimdi sorsam vereceğin cevaplar bir elin parmaklarını geçmez. Ama biliyor musun, en etkili eğitim budur. Sanal varlıkları asla aklında kalmaz. Ama o derslerin 'gerçek' içindeki varlıklarının içinde yaşarsın ve yadırgamazsın. Çünkü beynine enjekte edilmiştir tüm bunlar. Beynin yıkanmıştır ve aynı doğrultudan sapmadıkça iyileşemeyeceksin. Beynin hasta. Tümörün büyük..

Kesin yaptıklarından memnun olamıyorsundur sen. Karşıma gelip saatlerce zırlayabilirsin. Veya zırlayamayacak kadar korkaksın. Hayatın seni memnun etmiyordur, eminim. Ve yine eminim, senin hayatın hepimizinkinden daha zordur. Ama aslında içinde bulunduğun bataklığı sen yarattın. Dünya denilen bu bok çukurunun yaratıcısı değilsin. Ama sürdüreni sensin. Suçlu değil misin? Şimdi sahte bunalımlarınla beni oyalama artık. Gerçek'i reddet. DÜŞ peşime.

>>>
İnanabilirsin ki başka bir dünya mümkün. Sen de bunu diline pelesenk etmişindir zaten. Ben sana mümkün olan o dünyadan sesleniyorum. Ve "mümkün" dediğin halde sözlerimi kulağının ardına atıyorsun. Olamaz geliyor, imkansız geliyor. Ben "Eğitim tahakkümdür." dediğimde "Evet ama, şimdi olmaz ki o yaa." diyorsun. Ben sana "Sen kölesin. Gerizekalısın. Gerçek zeka bu değil. Kandırıyorlar seni." dediğimde "Evet ama, benim zorunluluklarım var." diyorsun. Şerefsiz! O zorunlulukları sen yaratıyorsun işte. Ve içinde yüzmekte diretiyorsun. Hâlâ "Başka bir dünya mümkün." diyorsun. Yalancısın, yavşaksın, kaypaksın.

Başını kaldır. Dik durmakla övünme; çünkü boğazına kadar bokun içine battın sen. Bir adım at, düşün. Düşle. Yere düş. Kalk. Sözünü söyle. Hiç söyletmediklerini söyle. Bir yumruk at, bir kez bağır. Haydi, kimse yadırgamaz. Herkes seni dinliyor.

..hiç bir şeye sahip olmadığına.

"Sahip oldukların sana sahip oluyorlar." dendiğinde "Saçmalama." diye cevap veren gerizekalılar tanıdım ben. Hepsi başka bir şey'in kölesiydi.

Evden ayrılıyorsun. Başka bir yere gidiyorsun. Ama sana bavul lazım. Şu pantolonunu da koy. Bak şu bluzü de çok seversin. Arkandaki kırmızı kazağı görmedin mi, hani iki ay önce almıştın. Bavul doldu, alacakların bitmedi. Gitmesen mi acaba?

Canın çok sıkkın, uzaklaşmak istiyorsun, kimse yerini bilmesin istiyorsun. Ama ev ne olacak? Okulda devamsızlık? Ya işten atılırsan? Cep telefonun da yeni. Bırakamazsın ki.. Yeni yeni DVDler almıştın izlerim diye. Birçoğunu izleyemedin. Onlar ne olacak? Gidersen hayatın allak bullak olacak. Tüm kazandıklarını kaybedebilirsin. Gitme, boşver.

Evlisin sen di mi? Eşinle aran da bozuktur. Bozuktur ulan kimi kandırıyon? Boşan o zaman. Ama şu yatak odası takımı ne olacak? Ya abajurlar? X bin YTL verdiğiniz şu İran halısını kim alacak? Hepsinden önemlisi, ev kimde kalacak? Bir sürü iş. Boşver boşanma.

İşinden ayrılmak istiyorsun. Patronun şerefsizin teki. Ayrıl o zaman. Ama yeni taksite girdin. Hem başka yerde böyle maaş bulamazsın. Hiç değilse bulana kadar... Gelecek ay almayı planladığın montu nasıl alacaksın? Ne güzel görünüyordu vitrinin arkasında. Hem evin taksitleri de var. Evet evet, sık dişini. Ayrılma işinden. Hatta sarıl sıkı sıkı, pozisyonunu kapmasınlar.

---

Sen hiçbirşeye sahip olmayan, aksine eşyanın azad kabul etmeyen kölesi olan bir yaratıksın. Sen ihraç fazlasısın. Sen defolu ürünsün. Sen seri sonu indirimine çıkarılmış boktan bir malsın. Sen geleceğinin parlakalifiye olmasıyla yetinirsin. Sen kariyer günlerinde bok denizinde tepişerek "Beni seç, beni seç." diye bağıran bir bok parçasısın. Sen ancak bir kölesin. Gerizekalısın.

...sana dediklerinin yalan olduğuna.

Sana zeki dediler, akıllı dediler, iyi çocuk dediler, adam olacak çocuk dediler, şirin dediler, yakışıklı dediler, güzel dediler. Ama yalan söylediler. Sen asla zeki veya diğerleri değildin. Sen gerizekalıydın, aptaldın. Sen hiç bir işe yaramayan orospu çocuğunun tekiydin. Çirkindin, elin ayağın da beceriksizdi. Sen uğraşsaydın ancak değersiz bir pislik olabilirdin. Uğraşmadın, daha aşağısı oldun..

Neden? Yalan söylediklerini nerden biliyorum?

Çünkü sana güzel sıfatlar yakıştıranlar, geleceğini parlak görenler, seni eşsiz güzellikteki bir kar tanesi ile aynı kefeye koyanlar; daha rahat bir kulozet için Afrika'da bir çocuğun ölmesini doğru bulanlarla, devlet-millet yalanlarıyla insanları öldürenlerle, zorla alıkoyduklarını tabut içinde görmedikçe rahat etmeyenlerle, milyonlarca doları cep harçlığı olarak kullananlarla, dini ahlakın ikiyüzlü uzantılarında seyr-i süluk edenlerle aynı kişiler.

Düşün.. biraz düşün. Kapitalizmi övenler seni de övüyorlar. Yalan söylüyorlar..

.. büyümek dedikleri en büyük yalanlarından biriydi. İnsanın en doğal hali çocuk haliydi. Yani en anarşist hali.. Sonra aldılar, eğittiler, eğdiler, büktüler, büyüttüler. Büyümeyeni dövdüler. Senin gibi, onun gibi, şunun gibi "tecrübe"den bahseden moronları yarattılar. Kendi küpüne zarar veren sirke nesilleri sistemin mahsulleridir. Oysa öfke, en doğal duyguydu.. ve en güzel.. Büyümemek, aklı başa devşirmemek ne güzeldi..

Sistem kesinkes suçludur. Sadece bunun için bile.. Tekrarlamak, ezberlemek, beynime nakşetmek istiyorum: Ona karşı giriştiğim her eylemde öyle veya böyle kendimi haklı görüyorum. Öfke hala en güzel duygu. En yıkıcı duygu. En yaratıcı duygu. Öyle de kalacak.

Yani ki, yüz yıl yaşayacağımı bilsem, böyle bir diyaloğa kulak komşusu (Evet, komşu! İtirazı olan?) olacağımı bilemezdim. Bunalımlı mı dersin, ne yapacağını bilemez mi dersin, kafası karışık mı dersin ne dersin bilemem ama bir genç ile artık Hilmi Abi mi dersin, Gogol mü dersin ne dersen de bir bilgenin diyaloğunu aktarmak değil boynumun, kafamın borcudur. (Böyle cümleler kuruyorum. Bir bok anlaşılmıyor ya çok seviyorum.) Bar muhabbeti lan bu. (Evet sonra gidip bilge diye tabir ettiğim o adamla tanıştım.)

---

- Sonra o şöyle dedi, ben böyle dedim, ben böyle yaptım, o şöyle yaptı. Ayrıldık. Bir sürü insan tanıdım ama abi, hiç birini tutamadım, hiçbirine tutunamadım. Abi şöyle abi böyle. Abi suçlu kim bilmiyorum. O mu suçlu, ben mi suçluyum bilmiyorum abi. Abi çok mutsuzum ama. Aha anlattım, hangimiz suçluyuz sence? Sahiden soruyorum abi..

- Kardeş, suçsuz insan olur mu hiç? Herkes suçludur. Bak o kadar kanun var ama, hiç biri engelleyemez bunu. Ben de suçluyum, sen de suçlusun, o ayrıldığın kız da suçlu.. Hala ne soruyorsun ki, anlasana bunu.

- Aslında çok doğru söylüyorsun abi. Ama işte insan aşık olunca düşünemiyor bunları. Hem sonra şu var bu var o var öteki var beriki var. İzah edemiyorum. Aslında anlatamıyorum da tam olarak. Kafam çok karışık. Ay aman ağlayacağım neredeyse. Bir izah edebilsem durumu, belki de her şey farklı olur..

- Kardeş, hiç aşkın meşkin izahı olur mu? İnsanlık hali işte. Kime anlatsan durumunu anlar, fazla teferruata gerek yok. Ama senin gibi anlamaz. Sen farklı bir durumda olursun çünkü. Bu işlerin izahı olmaz. Yaşarsın sadece. Başkasından medet umma. Yaşayan sensin çünkü.

---

Ben bu adamı alnından öptüm lan. Yemişim felsefe profesörlerini.

Çok komik günlerdeyiz sayın seyirciler çok. Bu toprakların başına gelmiş en salak egemen sınıf var şu an başta.

Kuzey Irak'a giriyoruz diye gazı bir verdiler. Millet aldı gazı, yürüdü. Şimdi manipüle edemiyorlar. Kuzey Irak denilen yere girilmeyeceği zaten belliydi. Türkiye, ABD'nin uydularından biridir, 52. eyaletidir. Sınırötesi olayına girişseydi ABD ile çarpışacaktı. Barzani'ymiş, Talabani'ymiş onlarla çarpışacaktı. PeKeKe'nin tozunu dahi bulamayacaktı. Gerilla savaşı veriyorlar sonuçta. Dümdüz yürüyen orduya vur kaç vur kaç. ABD desteği de yok olacaktı. Hobaa. TSK ve TC komedi dans ikilisi bunu bilmiyor muydu? Biliyordu aga, neden bilmesin..

Ama kamunun oyunu öyle bir yönlendirdiler ki; Ertuğrul'un özü kökte olanları "Girelim, belki binlerce askerimiz ölür, ama kazanırız. Asarız keseriz, üç kıtaya yayılırız." psikolojisine girdiler. Hatta duyduğum komik bir gerçektir ki: "Eğer yetmişli yıllarda olsaydık Hürriyet'in bu manşetleriyle zoraki savaşa girerdik."

Şimdi de ezeli ebedi kadim dost ABeDe'nin PeKeKe'yi izleyeceğinden, sınır ötesi operasyona gerek kalmadığından falan bahsediyorlar. Ama herkes aldı gazı. İlk hedefleri Kuzey Irak! İleri! Gaza getirdiklerini durduramıyorlar şimdi. Ahahahahah.

"Şeref meselesidir." diyenler, "Şimdi Kuzey Irak'a girip de çıkmazsak ne güzel olur ha, hiç düşündünüz mü?" şeklinde caka satan aptallar, "Ayyy içim yanıyooo, kahrolsun terööör." şeklinde üçyüsbeşyüssten fırsat buldukça teröre laf edenler, askerlik şubelerini dolduranlar, içip içip sokakta slogan atanlar, kavga çıkaranlar, linç edenler doldurdu bir anda yurdun her yanını. On yılda on beş milyon genç yaratıp vatanı da demir ağlarla örenler, şimdi de tüm yurdu bölünmez bir gerzeklikle ördüler. Öyle ki, kendileri dahi parçalayamıyorlar şimdi.

Şaka gibi falan değil, resmen komedi bu. Durduramıyorlar lan. Öyle böyle değil. Ağır komedi. İnsanın oturup zabbahtan akşama gadar izleyesi geliyor. Gahgahalar ataraktan.

"Eğer bunu okumaya niyetliyseniz vazgeçin.
Biraz okuduktan sonra, burada olmak istemeyeceksiniz. Bu yüzden unutun gitsin. Gidin buradan. Hala tek parçayken hemen kaçın.
Kendinizi kurtarın.
Televizyonda mutlaka daha iyi birşeyler vardır. Ya da madem bu kadar boş vaktiniz var, gidin bir akşam kursuna falan katılın. Doktor olun. Kendinizi adam edersiniz belki. Kendinize bir akşam yemeği ziyafeti çekin. Saçınızı falan boyayın.
Artık gençleşmiyorsunuz.
Burada anlattığım şeylere kafanız iyice bozulacak. Sonra her şey daha da kötü olacak."

Gündüz, beyaz perdelerini indirirken gecenin karanlık pencerelerine; bir ölü duvarın arkasında "Ben artık yokum." diyordu anlayana. Önce bir kaç kişi geldi. Sonra belediye geldi. Sonra hepsi gitti. Ölü artık çürümüştür herhalde. Lakin o ölü kimdi, neydi? Ne yapardı, kimse bilmez. O ölü neden öldü, kimse bilmez.

Şu köşedeki orospu referandumda parmağına sürülen boyanın hala çıkmadığından yakınıyor. Hayır demiş ya seviniyor "Şerefsiz AKP" diye. Bak şurdakiler de Oral'in Maiden'a oral yaptığından bahsediyor. Bak şu karşıdaki sessiz adam da mutlaka önemli şeyler düşünüyor. Barzani ne demiş? Talabani ne yapmış? Aman Kuzey Irak, vay aman Türk ordusu.. Ama ölü neden öldü? Ölmeden önce neler yaptı? Bilen var mı? Ölü kim? Cevap vermek isteyen?

Şarapçı Ali'yi bilir misiniz? Ben bilirim mesela. Unutacağıma söz vermiştim lakin acısı halen genç. Nasıl unutulur ki? O, harbi gariban, gecenin "x-y=z" dehlizinde bizle konuşurken; zaten anısı mıh gibi kazınmış akıllarımıza.

Yetmiş sekiz diye bir seneden bahsederdi. O seneden sonra buralara geldiğini anlatırdı. Daha çok şey anlatırdı da, siz bilmeyin. Sonra intihar neyin edersiniz, neme lazım. Sesini hatırlayan var mı? Ben hatırlıyorum. Nasıl da konuşurdu kafası güzelken..

"Gençler siz çok iyisiniz. Gençler siz çok güzelsiniz. Yapın gençler yapın. Yazın gençler şu duvara da yazın.. Ama gençler aşık olmayın. Sakın ha aşık olmayın.."

Neydi ki Ali'nin aşkla alıp veremediği? Anlatmadım tabii.. Bir sevgilisi varmış Ali Aga'nın. Yetmiş sekiz yılında üstüne göz devrilmiş. Göz altında kalarak can vermiş. O göz denilen şey Ali Aga'nın üstüne de devrilmiş. Ali Aga sakat kurtulmuş. Ne ki bu göz? Bilen var mı? O göz Ali Aga'nın sevgilisini öldürmeseydi de Ali Aga şerefsiz kuşakdaşları gibi gazetede köşe yazarı olsaydı, şu anda hepiniz bilecektiniz Ali kimdir, ne iş yapar.. Bir biyografisi bile yayınlanırdı belki "Bir hayat.. Ali Aga" diye.

Sesi hala çınlıyor rüyalarımın "z= x-y" dehlizinde..

"Gençler başladığınızda burada olursam, beni de çağırın. Hiç kaçmam.. Hem vallahi hem billahi hiç kaçmam.."

Ali'nin ismindeki harfler evrim geçirip de "Ölü" yü yarattıklarında işte; onun başladığımızda burada olmayacağını anladık. Ne cenazesine gittik, ne de arkasından ağladık. Ağlamamızı istemezdi, bildik. Şimdi mezarına gittim de, mezarı da kendisi gibiydi.. Çökmüş..

Tek derdi öldükten sonra cesedine yapılacak muamele olanlar ne kadar zavallı..

Gündüzün perdeleri kuru temizlemeden dönene kadar vaktimiz var. Yani bayağı bir vaktimiz var. Peki ama duvarın arkasında bir ölü var mı? Kim bilir.. Şimdilik gecenin pencerelerinden gördüğümüz açık-seçik-pussuz-issiz görüntülerle dolsun hafızamız..

Bir yılı geride bırakan %52’nin özgürlük mücadelesinin 2. yılına girerken, bugünden geleceğe adım atmak, özgürlük ve hayalgücü hareketimizi yaratmaya devam etmek için buluşuyoruz. Her yürek bir örgüt diyenler, yüreklerini buluşturuyor.

İktidarlar meclislerinde, partilerinde, karargâhlarında, devlet dairelerinde, şirket kapılarının ardında hayatlarımızı gasp etmek için konuşurken…
Biz, onların dayattığı ölüme karşı hayatı savunmayı, kendi hayatlarımızı kendimiz yaratmayı, özgürlük ve insanlık mücadelemizi nasıl daha da büyüteceğimizi Sempozyum’da konuşuyoruz. “Sempozyum” pek çok insan için kasvetli ve boğucu bir etkinliği çağrıştırsa da, biz onu şölen köklerini anımsayarak organize ediyoruz. Sempozyum%52, bir özgürlük şölenidir! İktidarların merkezî-hiyerarşik aygıtları insanları ve fikirleri susturucu işlev görürken, Sempozyumumuz herkesin aktif olarak sözünü söylediği, kendi hayatı ve özgürlük yolculuğumuz hakkında doğrudan karar aldığı bir zemindir. Yüreklerini ve beyinlerini özgürlük hayallerinin engin gökyüzüne çevirenler, iktidarların puslu grisine hapsedilmeye çalışılan hayatı geri almak için, 2. yılda da daha güçlü haykırabilmek için buluşuyor.

Geçtiğimiz bir yıldan bugüne biriktirmelerimizi önümüzdeki yılda adımlarımızı daha güçlü atmak için değerlendireceğiz. Zalimlere, katillere, gaspçılara, iktidarlara karşı özgürlük tutkumuza ve hayalgücümüze güvenerek yürümeye ve ayaklanmaya devam etmek için eksiğimizi tamamlayacak, fazlamızı artıracağız, yapabildiklerimizi renklendirerek çoğaltacak, yapamadıklarımızı önümüze koyup kafa patlatacağız. Bir senelik mücadele sonrasında sorunlarımızı ve başarılarımızı en ince ayrıntısına kadar konuşup, önümüzdeki yılda mücadelemizi yaratacağız.

Hayat bir kâbus değil. Ama iktidarlar her bir günü karabasana çevirmek için ellerinden, paralarından, ordularından, medyalarından gelen her şeyi yapıyorlar. Öyleyse… Haydi! İktidarların kâbusu ve insanoğlunun en güzel rüyası özgürlük için! Bir adım attık, bir adım daha: Yürümeye devam ediyoruz!

---

Altı ana gündem maddesi ile 8-12-15-19-22-26 Kasım tarihlerinde düzenlenecek olan sempozyumun, ayrıntıları ve katılım formu
SEMPOZYUM%52 adresinde..


Babacığım,

Bu mektubu beni okuldan alman için yazıyorum. Çünkü çok korkuyorum.

Bize her gün içinde bol bol ölüm, kan, savaş geçen marşlar, şiirler okutuyorlar. Bir sürü arkadaşım üstlerine asker kıyafeti giyip eline silah alıyor. Her sabah okula gitmeye korkuyorum iyice. Niye olduğunu tam anlamadım, ama bize sürekli ölmemiz gerektiğinden, birilerini öldüreceğimizden bahsediyor. Baba, her gün kanla yıkanan bayraklardan ve topraklardan bahsediyorlar. Bizi alıp bir yerlere götürüyorlar, orada sürekli tek sıra yürüyerek bağırmak zorunda olduğumuzdan söz ediyorlar. “Şehit” ne baba? O abiler orada niçin ölüyorlar? Tamam, biliyorum, vatanı kurtarmak için, ama bakıyorum kitaplara çok çok eskiden de bir sürü askerler vatanı kurtarmak için ölmüş, bu vatan ne zaman kurtulacak baba? Babacığım, biliyorum, beni geleceğim için, daha iyi bir insan olmam için okula gönderiyorsun. Ama okul bunun için doğru bir yer mi, anlayamıyorum. Çünkü derslerimizde bize hep savaşları, ölümleri, şu kadar askerle bilmemnerelere saldıran, ölen, öldüren atalarımızı anlatıyorlar. Sanırım başkalarının ataları da ölüp duruyormuş. Bir de bunun üstüne, şimdi intikam diye bağırıyoruz, “hepimiz askeriz” diyoruz, biz şimdi asker miyiz babacım? Biz de büyünce ölecek miyiz, öldürecek miyiz? Yoksa sen beni bunun için mi gönderiyorsun? Sen benim ölmemi mi istiyorsun baba?


Geçen gün arkadaşlarımı tabutlara soktular, onları öyle görünce çok korktum. Başka bir oğlan arkadaşım eline silah aldı, asker gibi dikildi. O günden sonra “Kürtleri öldürücem” diye dolaşıyor ortalıkta. Kürt ne baba, bir de niye öldürüyorlar onları?

Baba, bu kadar insan “Şehitler ölmez” diye bağırıyor. Şehitler ölmüyorsa, niye üzülüyorlar? Ölüyorsa, niye yalan söylüyorlar? Neyin intikamını alıyoruz? Hem niye biz alıyoruz, yoksa onlara sen mi dedin, oraya git diye, baba?

Babacığım, ben ders kitaplarındaki kandan korkuyordum zaten yeterince, şimdi her gün ölüm ölüm diye yürüyoruz, tören yapıyoruz. Çok korkuyorum. Ben çocuğum baba, cenazecilik işi mi yapmamız gerekiyor?

Baba, lütfen beni okula gönderme. Tamam, zorunlu olduğunu biliyorum, ama beni seviyorsan, gönderme. Şimdi sınıfta öğretmenimiz de, arkadaşlarım da Fatma’yı dışlıyorlar. Kürt oymuş. Vallahi Fatma o gün evdeydi, onun öldürdüğünü sanmıyorum askerleri. Ama yine de, onu “Kürt” diye dövmeye kalkışırlarsa, ne yapacağım? Fatma benim arkadaşım, ama onu korursam, bu sefer de bana saldırmazlar mı? Korkuyorum baba, beni biraz seviyorsan, beni okuldan al.
Kızın.

Yılın kampanyası olmasından tırsıyoruz:

Resmen ve açıkça tırsıyoruz. Eli kanlı ve parası bol iktidarlar, medyalarından okullarına, sokaklarından meydanlarına “kap bayrağı çık sokağa” kampanyası düzenliyor, hiçbir gelecek veremediklerini bayrak altında kütleleştirip “sivil militarist seferberlik” ilan ediyor, ortalık “vur kır parçala” tezahüratlarından geçilmiyor. Paketlenip askere götürülen gencecik kardeşlerimiz tüm tarafların silahlarını Amerika’dan aldığı savaşlarda öldürtülüp, sonra da devletli-ordulu-şirketli iktidarların timsah gözyaşlarına meze yapılıyor, ama ölmeyip de tezkeresiyle geri dönenlerin aynı gün işsizler-geleceksizler ordusuna teslim olacağından hiç bahsedilmiyor. Apoletli generaller karargâhlarında savaşçılık oynamaya hazırlanıyor, medyalı generaller her gün Irak’a çıkartma yapıp artık kırmızı şarap yerine kan kırmızısı üzerine yazılar yazıyor, cüppeli generaller üniversite-kışlalarında “uygun adım marş marş” yürüyüşleri düzenliyor. Anlaşılan o ki, hakiki çıkartma hayatlarımıza yapılıyor! Eline bayrağını alan neye niye ne sebeple salladığını bilmeden faşist kütleleşmelerin içerisinde “hain düşman al sana bayrak” narasıyla sokağa çıkıyor. Salyalar akıyor... “Yahu şöyle düşman müşman bi şeyler bulsak da saldırsak linç etsek, olmadı şurda bi Kürt biliyorum, ona dalalım”a bir kelime daha ekleyemeyecek bir ideoloji, her gün her gün yürüyüşler yapıyor. Ordu, her şehirden özellikle seçmiş gibi, birkaç genci canlı teslim alıp tabutta geri gönderiyor. Tırsıyoruz, “her şehre bir tabut” kampanyası mı başlatıldı? Irak’a girmek için II. Bush’un ve kutsal piyasaların icazetini bekleyenler, sokaklarımızda savaşı çoktan başlattı. Türkü Kürde, Kürdü Türke kırdırma harekatı başladı, o da yetmez, kendisinden olmayan herkese ve her şeye saldıran linç sürüleri gündüzleri ve geceleri şehre iniyor! Herkesler ellerinde o genç ölümlerin kefenini taşıyor! Biz bu terörün ortasında tırsak kaldık! Tırsıyoruz, tırstıkça sıra bize gelecek diye daha çok tırsıyoruz. Çok fazla “Yaşasın Ölüm” sloganı var ortalıkta, ama biz hayatı seviyoruz. Hayatı boğuntuya getiren bayraklı-linçli-salyalı kütleleşmenin karşısında kem küm etmiyoruz, alttan almıyoruz, sağdan soldan kıvırmıyoruz, direkt söylüyoruz: biz harbiden tırsıyoruz. Bu terörün ortasında tırsak kalmışların da az olmadığını biliyoruz. O sebeple BİZ KAÇ TIRSAĞIZ kampanyamızı başlatıyoruz.

BÜTÜN TIRSAKLAR SAFLARI SIKLAŞTIRIN!

BİZ KAÇ TIRSAĞIZ yaz, boşluk bırak, mesajını yaz, ofke@yuzde52.org adresine yolla veya sitedeki formu doldurup gönder, tırsak mesajın yayınlansın! (Mesaj sayısı az olursa harbiden niye tırstığımız ortaya çıkar!)

Bu topraklarda ağzı salyalılar kadar tırsaklar da sesini duyurmadıkça, hoş geldin ölüm!

---

Tırsak Can Kurtarma Metotları


Özetçileri her daim sevdim. Üzerine kitaplar yazılan konuları 2-3 satırda anlatabilen insanlar her daim hayranlığımı kazandılar.

Kapitalizmin yapısı ve neden "çok kötü bişeeey" olduğu hakkında bir sürü kitap okuduk. Yok iç dinamikler, yok şunlar, yok bunlar, yok plazmatik yapı falan fiş mekan. Yapısını açıklarken kullandığımız üslup her daim duygudan yoksundu. Zararlarını açıklarken kullandığımız üslup ise kapitalizmi salt "kötü canavar" olarak gösteriyordu ve açıkçası pek de işe yaramıyordu.
Derken..
Bu ikisini birleştirebilen bir adam tanıdım ben. Hem de iki mısrada. Bu adam öyle bir adamdı ki, sadece görünüşü bile insanı umutsuz bir isyana teşvik ederdi. (Yanlış anlaşılmasın, burada iyi anlamda bir umutsuzluktan bahsediyorum.) Bu adama hiç dokunamadım. Sadece sesini duydum, görüntüsünü gözledim. Bu adam Efrim abimizdi. Godspeed You! Black Emperor grubunun bir öznesi olan Efrim. Kapitalizmi şöyle açıkladı ve bizi bizden etti:

"I open up my wallet
And it's full of blood."


Bitti o an işte. Üstüne bir söz dahi söyleyemezdik ki. Bu adam resmen perspektiflerimizi sikip atmıştı. Plazmatik kapitalist yapıyı böyle açıklayabileni görmemiştik ki daha önce..

Sene iki bin iki idi. O zamanlar Rüya da yaşıyordu hem.



Coyul, İdel'de alışılmışın dışında bir hal sezinliyordu. Lâkin değil kelimeler; düşünceler dahi o hâli açıklayamıyordu. Coyul çok önce bir zamanda Dr. Jekyll ve Mr. Hyde'ı okumuştu. Orada Mr. Hyde'ı görenlerin omuriliklerinden aşağı doğru bir soğukluk hissettiklerini hatırlıyordu. Ama bu daha değişikti. Sıcaklık vardı. Yaşamın sıcaklığı sanki binlerce dereceye ulaşmış ve güneş kadar uzak bir mesafeden Coyul'un omuriliğini ısıtıyordu. Onun dışında bu İdel'den pek hazzetmemişti. Güvenilmez bir hâli vardı sanki. Bunları düşünürken tekrar karanlığı farketti. Yaşamının önceki evrelerinde hiç karşılaşmadığı; hayal dahi etmediği karanlığı...

-Burası çok karanlık.
-Ne dedin?
-Hiç.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
-Yalnız değilsin.
-Ne dedin?
-Hiç.

İdel kendi kendine şarkılar söylüyordu. Bu şarkıların melodileri Coyul'a çok tanıdık gelse de, sözleri biraz değişikti.

-Götveren Ayşeeee Götveren Ayşe. Naaapıyorsuuun biiize söyle?
-Bu şarkıyı hatırlıyorum.
-Aaa ne tesadüf ben de hatırlıyorum. Hangi şarkıyı?
-Demin söylediğin şarkıyı.
-Demin şarkı mı söylüyordum?
-Söylüyordun ya salak!
-Bağırma Ahmak Coyul! Hatırlamıyorum.
-Sinirlerimi zorluyorsun İdel.
-Kargalaar uçaaar iken, leylaklaaar sıçaaar iken, işte öyleee bir zamandaaa buluşacağız biz seninlee.
-Bu ne şimdi?
-Ne ne?
(Coyul çok sinirlenmişti. Ama sinirlerine hakim oldu.)
-Ben biraz gezinmek istiyorum. Burayı aydınlatabilir miyiz?
(Coyul, İdel'in de Lima gibi akla yatkın olmayan bir şeyler ile dediğini yapacağına güveniyordu.)
-Al bunu.

İdel, Coyul'a bir el feneri verdi. Coyul çok şaşırmıştı. Görünüşü ve hareketleri Lima'dan çok daha sıradışı olan İdel normalde mantıklı olması gereken bir şey yapmıştı. Coyul inanamadı. O karanlıkta fenerin ışık saçacağına inanamadı. Ama işte.. fener çalışıyordu. Etrafına baktı. Ne bir tümsek vardı ne de bir çukur. Sonsuzluğa dek uzanıyor gibiydi bu vadi.

-İdel, burası neresi?
-Burası üçüncü tünel.
-Nasıl yani? Ben en son birinci tünelden düştüm. İkinci tünelde olmam gerekmiyor muydu?
-İkinci de olabilir emin değilim.
-Beni delirtmeye mi çalışıyorsun.
-Ay sipiiiid yuuuuu. dım dım dıdıdımmm.
-İdel!
-Ne var Ahmak Coyul?
-Soruma cevap ver.
-Cevap mı verdin ki, soru sorayım?

Coyul'un kafası iyiden iyiye karıştı. İdel çok... garipti. Hayır, bu kelime değil. Ama betimleyecek bir kelime bulamıyordu işte.

-Ben buradan çıkmak istiyorum İdel.
-Hadi canım. Ne güzel oturuyorduk. Bak şimdi televizyonda en sevdiğim program başlayacak.
-Televizyon mu? Nerde?
-Ne nerde?
-Televizyon.
-O ne ki?
-İdel beni delirtiyorsun!
-Bir keresinde altıncı tünelde bir kadınla tanışmıştım. Çok güzel kadındı.
-Sonra?
-Şu yoldan gidersen çıkışı bulabilirsin. (diyerek Coyul'a sol tarafını gösterdi.)
-(Coyul cevap alamayınca yine sinirlendi. Ama çıkmak istiyordu artık) Hangi yoldan?
-Şu işte. (Bu sefer sağ tarafını gösterdi.)
-Yönümü nasıl bulacağım? (Coyul nedenini anlamıyordu ama İdel'in olağanüstü bir şey yapmasını bekliyordu. Ama İdel cebinden bir pusula çıkardı. Coyul yine şaşırdı.)
-Bunu al. Ok yönünde gidersin.
-Ama bu pusulada tam yedi tane ok var.
-İşte seç birini. Hepsi çıkışa ulaştırır seni. Ama dikkat et, yoldayken karıştırma seçtiğin oku.

Coyul tam teşekkür edecekken İdel arkasını dönerek bir şarkı tutturdu ve bir süre sonra karanlıkta gözden kayboldu. Coyul yürüdü.
..
..
Coyul yürüyordu.
..
..
Coyul yürüyecekti.
..
..
Coyul kim bilir kaç zaman yürüdükten sonra sağ tarafında bir ses farketti. Sanki bir kedi çığlık atıyordu. Sağ tarafına baktığında sol kulağında büyük bir acı hissetti. Gözleri karardı. Coyul rahatsız bir uykuya daldı. Uyudu.
..
..
Coyul uyuyordu.
..
..
Coyul uyuyacaktı.
..
Ama birşey uyandırdı. Coyul uyku sersemliğiyle etrafına bakındı. Mağara gibi bir yerdeydi. Ne kadar aşağıda olduğunu tahmin bile edemediği bir yeraltı deresinin şırıltılarını duyuyordu. Ve yattığı taş yüzeydeki çatlaklardan açık yeşil ışıklar sızıyor, mağarayı aydınlatıyordu. Coyul ayağa kalktı. Mağaranın altı yol ağzındaydı. Altı tarafa doğru küçüklü-büyüklü dehlizler açılıyordu. Tam nereye gideceğine karar vermeye çalışırken, arkasından biri seslendi:

-Demek uyandın Ahmak Coyul.
-Evet uyandım. Sanırım buralardaki herkes adımı biliyor.
(Karşısındaki adam çok keskin bir kahkaha attı. Biraz durdu. Sonra yine gülmeye başladı. Gözlerinden yaşlar geliyordu. Coyul anlamadı.)
-Pekii.. Peki senin adın ne?
-Ben Yazu.
-Burası neresi. Dördüncü tünel mi?
-Hayır Ahmak Coyul. Burası tünel değil. Burası Mağara. Sona geldin.

Biterken: God is an Astronaut - When Everything Dies

Aslında bugünkü yazı için gayet uzun bir makale hazırladım. Şu an istersem o yazıyı koyabilirim buraya. Ama vazgeçtim. Fazla entellektüel gözüktü gözüme. Onun yerine kısa bir yazı yazayım, yeter.

Şef Seattle'ın ABD başkanına yazdığı mektubun üstünden ne kadar geçti? Bence çok az geçti. Bildiğin "az". Dünyanın yaşam süresine baktığında okyanusta damla gibi bir zaman. Seattle'ın kehanetleri gerçekleşti, baksana. Artık "Önce şöyle yapalım, sonra onları da yaparız." demek gibi bir lüksümüz yok. Artık tek yapılabilecek şey yıkmak. Doğayı bu hale getirenlerin mezarlarını kazmak. Fabrikaları yerle bir etmek. Orduları dağıtmak. Otomobilleri yakmak-parçalamak. Yoksa ben hayatımın sonunu göremeyecem ulan. Dünya yok olacak diyoruz işte. Ne zamandır diyoruz hem de. Onlarca senedir bir küresel ısınmadan bahsediyoruz. Ancak uzman-azmanlar çıkıp da birkaç açıklama yapınca inandınız siz. Şimdi bu küresel ısınmayı önlemek için hala hükümetlerin söylediklerine inanıyorsunuz. "Ay suyu az kullanayım, ay arabaya az bineyim, ay çıt diye kırıldım vallaaaaahiiii.." Ulan evde kullanılan su barajlardaki suyun %5'i be. Neden bahsediyorsun amına kodumun salağı? O doluluk oranını merak ettiğin barajlar ekolojik felaketin ta kendisi, anlamıyor musun gerzek?
Çocuğun varsa onu sonuncuya seviyorsun belki de. Belki bir kaç seneye kadar zehirlenip ölecek. Sadece bir seçim şansımız var. Ya tüm bunların müsebbibi olan devletleri, kapitalistleri, tüm efendileri yok edeceğiz. Ya da onlarla birlikte yok olup gideceğiz. Bu olanların sorumluları sokakta halı yıkayan mahalle karıları değil, anlaman lazım. Anlamıyorsan sen aptalsın, sen gerzeksin. Şimdi...
Git seçimini yap. Benim seçimim belli. Karşı tarafı seçtikten sonra da karşıma geçip benimle konuşmaya çalışma. Ne kadar saçmaladığımı da düşünsen, ne kadar beni değiştirmeye de çalışsan yaptıklarımı yapmaya devam edeceğim ve bir kez karşı tarafı seçtiğinde, bundan sonra benden alacağın tek cevap ölüm olacak...


Coyul günlerdir düşüyordu. Bu deliğin etrafından geçmek isterken ayağı kaymıştı. Önceleri çok korktu. Sonra alıştı. Ne bir şey görebiliyor, ne de bir yere değiyordu düşerken. Sadece düştüğünü hissediyordu. Uyuyor, uyanıyor; artık tabana çakılıp ölmeyi bekliyordu. Ama hâlâ düşüyordu. Derken.. Çakıldı. Öldüğünü sandı. Ama ölmedi. Doğruldu. Tam o sıra etrafındaki müthiş gürültüyü farketti. Gözlerini ve kulaklarını kapadı. Her tarafından güçlü ışık huzmeleri hücum ediyordu ve yine her tarafında yüksek desibelli ziller çalıyordu. Seslerin frekansları tam Coyul'un kafasının içinde buluşuyor ve onu patlatmaya çalışıyordu. Ölüp ölmediğini anlayamıyordu bu yüzden. Büyük bir kaos yaşanıyordu her tarafında. Bir cismin varlığını belli eden hiç bir kıvrım yoktu. Her taraf bembeyazdı. Bir de o sonsuz gürültü. Ah o gürültü.. Beyazlık fırtınasının ortasından biri bağırdı:

-MERHABA! NEREDE OLDUĞUNU BİLİYOR MUSUN?

Coyul anlamadı. Ses tekrarladı:

-MERHABA! NEREDE OLDUĞUNU BİLİYOR MUSUN?
-Şey.. Bilmiyorum..
-NE DEDİN?!
-DİYORUM Kİ: BİLMİYORUUM!
-PARMAKLARINI BURNUNA SOK!
-NEE?
-PARMAKLARINI BURNUNA SOK!

Coyul anlamadı. Ama denileni yaptı. Birden tüm gürültü kesildi. Sormak için can atıyordu, ama nedense sormaması gerektiği gibi bir kanı içine oturmuştu.

-Sen kimsin?
-Ben Coyul. Sen?
-Ben Lima. Nasıl düştün buraya?
-Şey.. ayağım kaydı. Sonra..
-Tamam tamam, anladım. Çıkmak istiyor musun?
-Evet.
-Hiç soru sormadan dediklerimi yapacaksın o zaman. Bu yol çok uzun, sen bilmezsin.
-Tamam. Ama.. burası neresi?
-Burası ilk tünel. Şimdi kafanı vur.
-Nereye? Burada hiç bir şey yok ki Lima..
-Soru sorma dedim ahmak Coyul! (Bu kalıp Coyul'un kafasında yer etti. Ahmak Coyul, Ahmak Coyul..) Önünde birşeyin olduğunu hayal et ve ona kafanı vur!

Coyul önünde bir kütük olduğunu hayal etti ve gözlerini kapayıp var gücüyle kafasını ileri doğru attı. O kafa atarken önünde bir kütük belirdi ve BAM! Büyük bir acı. Coyul'un beyni aktı..

-Ne yaptırdığını gördün mü? Senin yüzünden ölüyorum şimdi.
-Korkma ahmak Coyul! (Yine mi? Ahmak Coyul Ahmak Coyul..) Ölmeyeceksin.

Lima bunları söyler söylemez, Coyul'un beyni toplanmaya başladı, kafasının içine girdi ve kafasındaki yarık kapandı.

-Ama.. ama nasıl oldu bu?!
-Soru sorma Ahmak Coyul! (Yine?) Anlamıyorsun değil mi? Sen ölemezsin.. sen zaten öldün.
-Ne?!

Bir anda Coyul'un altındaki zemin yok oldu. Coyul tekrar düşmeye başladı.. Lima boşluğun başında gülüyordu. Delikten Coyul'un sesi duyuldu:

-BEN ÖLDÜM MÜ?

Coyul yine günlerce düştü. Derken yere çakıldı. Doğruldu. Etrafı kapkaranlıktı. Öyle ki bir cismin varlığını belli eden hiç bir kıvrım yoktu.. ve dayanılmaz bir sessizlik. Bir kaç saat olduğu yerde oturdu, sonra bağırdı:

-BURADA KİMSE YOK MU?!

Sesi yankı yapmadı, belli ki çarpacağı hiç bir şey yoktu. Tam arkasından bir ses geldi:

-Bağırma Ahmak Coyul! (Yine yine yine?) Ne güzel uyuyordum.
-Sen.. sen kimsin? İsmimi nereden biliyorsun?
-Ben kim miyim? Kimdim ben? Dur bir saniye unuttum. Aaa adım neydi ki benim. Çalışsana aptal kafa! Hah, evet. Benim adım İdel.

Biterken: Godspeed You! Black Emperor - East Hastings (Part: Sad Mafioso)

DEA!!!

"-Gel abi bi' oturup konuşalım.
-Yok sağol, ben o işi gördüm. Dayak atsam ben sana?"
f.c.

Bu nadide epigraf ile açtığımız bu nadide yazıya "DEA!!!" nedir; onu anlatarak devam edelim. Bu kelime, Japonca bir karate terimi olan "Deai Osae*"nin kısaltması olarak hafızalarımızda yer etmiştir. Bizim yörelerde genellikle "deay" şeklinde telaffuz edilir. Hatta karate salonlarının duvarlarında yazar: "DEA yapmayan bir sporcu başarılı olamaz." diye.
(*Hücuma hücumla karşılık vermek.)

Şimdi bu DEA işi sanıldığı kadar kolay değildir. Rakibin hamlesini önceden sezip, hamlesini yapmasına fırsat vermeden darbeyi atman gerekir. Bu da ilk önce saldırı tekniklerini iyi öğrenmeyi gerektirir ki karşıdakinin muhtemel hamleleri düşünülebilsin. Saldırı tekniği çok iyi olan bir sporcunun DEA tekniğini geliştirmesi çok kolaydır. Ki zamanla o kadar mükemmelleşir ki bu teknik, artık istemsizce DEA yapmaya başlar kişi. Daha da geliştikçe artık "Fake"leri dahi yememeye başlar. (Ki karşıdaki rakibin DEAcı olduğu tespit edildiğinde genellikle fake atılır. Yani ben böyle yaparım, karşı DEA yer salak. hehe.) Çok iyi bir DEA tekniğine sahip olmak için çok büyük bir dikkat gerekir. Ki bu yazıyı okuduktan sonra bir karate müsabakası izlersen ve orada bir bok yapmadan karşısındakini izleyen bir karateci görürsen; artık bileceksin ki o DEAcıdır. DEA için en uygun hamle Gyaku-Suki*dir. Gyaku Waza**nın tamamı uygundur aslında. Lâkin bunlar pek bilindiğinden kelli bazı zamanlar kâr etmez. O zaman da kendini iyi geliştiren ve yeterince esnek-hızlı olan sporcu Mawashi-geri***ye, hatta Uro Mawashi-geri****ye dahi başvurabilir ki eğer becerebilirse çok güzel de puan kapar.
(*Zıt yumruk
**Zıt vuruş teknikleri
***Yarım-dairesel tekme
****Ters yarım-dairesel tekme)

Mesela şurada gösterilen son teknik, kabataslak bir DEA örneğidir.

Konuyu nereye getireceğim? DEA yapmayı iyi bilen bir sporcu eğer enbesil değilse bunu sözlü çatışmada da kullanabilir; ki kullanır. hehe.

--------------
Yahu o kadar uzak-doğu sporlarıyla uğraştım. Şükürler olsun ki; bir kere dahi yoga yapıp gözü açılmamış sığırcık yavrusu pozuna bürünmedim.

O değil de, yeni farkettim; tam yirmi üç dakikadır kan yutuyorum. Vay anasını.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Kaza Vİdeoları

 

 
 
Yeni Mesaj Var

Yeni Mesaj Var

 Adamın KAfasının Yarısı Yok Ama Yasıyor Ve Konusuyor Öldürmüyen ALLAH .C.C Öldürmüyor

Yeni Mesaj Var

Kazada Adamın Kafası Dagılmış Gözü Flian Hep Oyulmus Beyni Parcalanmış

Yeni Mesaj Var

Adamın yarısı kamyonun lastikleri altında ezilmiş ve hala yaşıyor

Yeni Mesaj Var

Çöp kamyonu altında kalan bir adamın dehşet verici görüntüsü

Yeni Mesaj Var

Adam KAzada Belden Asagısı Dagılmıs Kanlar İcinde

Yeni Mesaj Var

  Korkunç bir kaza ve adam yere yapışmış.Cesedi bir çöp torbasına koyup kaldırıyorla 

Yeni Mesaj Var

Bir Kaza Ve İnsanın Et Parcaları Yere Yapısmış Cok Vahim 

Yeni Mesaj Var

Arac Altında Kalan Bir Ceset Daha 

Yeni Mesaj Var

 MOTOR aRAB kaZASI vEDE kAN Gölü Olmuş Etraf

Yeni Mesaj Var

 Kanlar icinde can cekişiyor kaza Cok Veci 

Yeni Mesaj Var

 Korkunç bir kaza ve adam yere yapışmış.Cesedi bir çöp torbasına koyup kaldırıyorlar

Yeni Mesaj Var

Dehşet verici bir kaza ve paramparça olmuş bir kadının cesedi

Yeni Mesaj Var

Man lies in Shock with his Penis Ripped Off

Yeni Mesaj Var

Ağır yük kamyonu tarafından ezilen 19 yaşındakı genç kızın cesedi

Yeni Mesaj Var

Trenin altında kalarak parçalanan bir adamın cesedinin görüntüsü

Yeni Mesaj Var

Korkunç bir kaza sonucu kafası kesilen motosikletçi

Yeni Mesaj Var

Bir arabanın altında kalarak bacakları parçalan genç kız iç kanamadan öldü

Yeni Mesaj Var

Kaza yapan otobüsün içinde üst üste yığılmış cesetler

Yeni Mesaj Var

Korkunç kazada kamyonun altında kalarak can veren dört gencin dehşet verici görüntüsü

Yeni Mesaj Var

 Korkunç kazada kafası parçalanan bir çocuk ve diğer parçalanmış cesetler

Yeni Mesaj Var

Korkunç kazada adam paramparça olmuş.Organları caddeye saçılmış durumda

Yeni Mesaj Var

Korkunç kazada taksi şoförü ile yolcusunun bacakları kopmuş

Yeni Mesaj Var

Motosiklet kazası sonucu ölen genç bir kızın görüntüleri

Yeni Mesaj Var

OtobAnda meydana gelen dehşet verici kazada cesetler yola dağılmış durumda

Yeni Mesaj Var

 Dehşet verici bir kaza geçiren adamın kafası tamamen ezilmiş

Yeni Mesaj Var

Kaza sonrası yaşanan dehşet anları

Yeni Mesaj Var

 korkunç kaza bakabilirsen

Yeni Mesaj Var

Albert Desalvo

Yeni Mesaj Var

 www.azapyolu.blogspot.com

                                                                                               

Seri Katiller

 

SERİ KATİLLER

Ali Kaya
Allah beni çagiriyor. Hakkimi almak için ben Allah’in yanina gidip gelecegim.
                                                                Ali Kaya
Adnan Çolak

Yasli insanlari öldürüyorsam da bunlar zaten zamanlarini doldurmuslar. 
                                                        Adnan Çolak

Zodiac Killer

İnsanları öldürmeyi seviyorum, çünkü çok eğlenceli . 
                                                         
Zodiac Killer

Theodore Robert Bundy

Biz seri Katiller, oğullarınızız, kocalarınızız, biz her yerdeyiz.
                                    
Theodore Robert Bundy

Sniper John A Muhammad ve John Lee Malvo adli iki kisi oldugu düsünülen seri katiller.
                                                                   
Sniper
Richard Trenton Chase  Vampire Of Sacramento 6 kişinin canını almış bir seri katildir.
                                    
Richard Trenton Chase
Richard Ramirez  Night Stalker (GECE AVCISI) Sizi ahmaklar beni hasta ediyorsunuz. Intikamim alinacak.
                                               
Richard Ramirez
Peter Kürten  Almanya’nin Cologne sehrinde 26 Mayis 1883’te dogmustur. Berbat bir aile yapisi içinde büyüdü.
                                                       
Peter Kürten
 
Pedro Lopez Monsalve  1970’li yıllarda Kolombiya, Peru ve Ekvator’da 300 kişiyi öldürdüğü belgelenmişti. 
                                     Pedro Lopez Monsalve 
John Wayne Gacy  Ikinci karisindan bosandiktan sonra evine davet ettigi oglanlara tecavüz edip öldürmeye basladi.
                                             
John Wayne Gacy
 
Jeffrey Lionel Dahmer  “Onlari yedigimde içimde tekrar dirileceklerini umut ediyordum”
                                       
Jeffrey Lionel Dahmer
Henry Lee Lucas  “Birini öldürmek, sokağa çıkmak gibi bir şeydir. Eğer bir kurban istiyorsam, sokağa çıkar ve bir tane bulurum.”
                                                
Henry Lee Lucas
 
Harvey Murray Glatman  Muazzam bale fantezisi Kirmizi pabuçlar ile taninan Britanyali film yönetmeni .
                                     
Harvey Murray Glatman
Harold Shipman Bütün şüphelerin ötesindeki katil İngiliz Doktor Harold Shipman’ın 27 yıllık meslek hayatında 250 kişiyi öldürdüğü raporla belgelendi.                            Harold Shipman
Fritz Haarmann  HANNOVER VAMPIRI (1879-1925) Yirminci yüzyilin en kötü söhretli sehvet katili .
                                                  Fritz Haarmann
Elizabeth Bathory  Kan Emici Kontes 1560-1614 yillari arasinda yasamis olan Macar kontesi.
                                               
Elizabeth Bathory
Edmund Kemper  The Co-Ed Killer “Yalnizca büyükannemi öldürmenin nasil bir his oldugunu merak ettim” 
                                                
Edmund Kemper
Earl Leonard Nelson  “Bana haksızlık edenleri affediyorum” Namı diğer Goril Katil, Amerikan suç kayıtlarında tarihi bir yeri vardır.
                                         
Earl Leonard Nelson
Dr. Henry Howard Holmes  Dünyaya gözlerimi açtığım yatağın yanında şeytan benim arkadaşım olarak beklemekteydi ve o günden beri benimle beraber.                Dr. Henry Howard Holmes
Dennis Nilsen  “Ölümlere sebep olan rüyalar üretiyordum. Benim suçum buydu“
                                                     
Dennis Nilsen
David Berkowitz  “Onlari incitmek istemedim. Onlari sadece öldürmek istedim”
                                                   
David Berkowitz
Charles Starkweather ve Caril Fugate  Kiz arkadasi Caril Fugate ile birlikte 50’lerin sonunda bir düzine insani öldürmüstür.
            
Charles Starkweather ve Caril Fugate
Charles Manson ve Ailesi  “Bana tepeden bakarsaniz, bir aptal görürsünüz. Bana asagidan bakarsaniz, tanrinizi görürsünüz. Bana tam karsimdan bakarsaniz, kendinizi görürsünüz”
                                 
Charles Manson ve Ailesi
Cary Stayner  Yosemita Katili olarak bilinir. Yosemite’da bulunan Naturist Ulusal Parkta ve yakinlarinda toplam 4 kadini öldürmüstür.
                                                       
Cary Stayner
Edward Gein (Ed Gein)  “Bana doğru gelen güzel bir kız görünce iki şey düşünürüm. Bir yanım onunla çıkmak ona gerçekten iyi hoş davranmak gerektiği gibi davranmak ister. Öteki yanım mızrağın ucuna geçirilmiş kafasının nasıl görüneceğini.”          Edward Gein (Ed Gein)
Carl Panzram  “Keske tüm insanligin tek bir boynu olsaydi ve o da benim elimde olsaydi”
                                                     
Carl Panzram
Berham  Tam 931 kişiyi beyaz ve sarı renkli bir kumaş parçasıyla boğarak öldürmüştür.
                                                               
Berham
 
Andrew Phillip Cunanan  “İnsanlar beni tanımıyor. Tanıdıklarını sanıyorlar ama, tanımıyorlar” 
                                   Andrew Phillip Cunanan
Andrei Romanovich Chikatilo  “Yaptıklarımı cinsel bir tatmin için değil, daha çok huzur bulabilmek için yaptım” 
                          Andrei Romanovich Chikatilo
Albert Desalvo  Boston Strangler-Boston Kasabı-Boğucu 1931 -1973 “Ben mi? Ben kadınlara zarar vermem. Ben kadınları severim.”
                                                   
Albert Desalvo
Aileen Wuornos  Hitchhiker Serial Killer (Otostopçu Seri Katil) Ben masumum. Umarım size de tecavüz ederler bok çuvalları. 
                                                 Aileen Wuornos
                                                                                     

Reklam

 

Felsefe Köşesi

 

 
 
Yeni Mesaj Var

Özgürlüğün Şeytanları

Yeni Mesaj Var

 Karalama Aklama

Yeni Mesaj Var

Nükleer'e Hayır

Yeni Mesaj Var

Delilik Ve Ölüm Sınırında

Yeni Mesaj Var

Selamiler

Yeni Mesaj Var

Unutulmayanlar

Yeni Mesaj Var

  Zımbırtı 

Yeni Mesaj Var

Kaos Teorisi 

Yeni Mesaj Var

Fimlerden Alıntı Sözler 

Yeni Mesaj Var

 Seri Katillerden Alıntılar

Yeni Mesaj Var

 En Vahşi 9 İnsan 

Yeni Mesaj Var

 Ünlü Düsünürlerden

Yeni Mesaj Var

Özlü Sözler

Yeni Mesaj Var

www.azap-yolu.blogspot.com

                                                                                               

Reklam Alanı