BALFA EGITIM ÖGRETIM KURUMLARI...

film

Image Hosted by ImageShack.us

Uyarı.!!






- Dikkat! Türkiyenin en Büyük Türkçe Ogrish Gore Sitesine Girdiniz.

- Giriş Yaptığınız Site +18 Olup Korkutucu,Ürkütücü İçerik Bulundurmaktadır.

-18 yaş altındakiler siteye giremezler.Sizlere diğer sitelerde gezinmenizi öneririm.

- Eğer 18 altıysan derhal bu siteyi terketmelisin..İçerik çeşitli problemlere ve psikolojik sorunlara neden olabilir.

- Kimi içerik sizi şiddete sürükleyebilir..Bu nedenle doğacak problemlerden kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.

- Tüm dünyadaki gerçek,garip,dehşet ve korku içerikli görüntü ve resimler site içerisinde ve sansürsüz yayınlanmaktadır.




Reklam Alanı

canlı maç izle

19 Aralık 2008 Cuma

Unutulmayanlar


Kimse veremez


 

 

Kimse sana özgürlük veremez. Kimse sana eşitlik veya adalet veya başka birşey veremez. Eğer adamsan, sen alırsın.




Malcolm X


 


 

 


 


Tutunamayanlar'dan Tutanaklar II


 

 


Şurada dedik ki; Tutanaklar'ın ikinci bölümü gelecek ve bu bölüm kitabın 15. bölümünden alınan tutanakları içerecek. Oğuz Atay'ı ağlak bir vaziyette okuyanların onu anlamadığını düşündüğümüz kadar, 15. bölümden sıkılanın artık Atay falan okumaması gerektiğini de düşünürüz.

Tekrar hatırlamakta fayda vardır; böylesine bir kitaptan kesitler sunmak kitaba hakarettir. Lakin isteğim de zaten hakaret etmektir, alay etmektir.




 

---




 

"...kimsenin bilmeyeceğinden emin olsam neler yapabilirim derdi oysa insanlar tetikte hatalarımızı bekliyorlardı onlara güvenilemezdi yaşadığımız güzellikleri onlara anlatmaya gelmezdi kıskanırlar dostluk maskesi altında bizi yıkmaya çalışırlardı..."




 

"...bütün okuduklarımı düşündüklerimi hissettiklerimi anlatmalıyım onların senin gözlerindeki yansımalarını bilmeliyim hayır hepsini yeni baştan okumalıyım düşünmeliyim senden önce ve senden sonra bütün bunlar ne ifade etmiş ne ifade ediyor bilmeliyim hayır yalnız senden sonra seninle neler oluyor onu bilmeliyim hayır hiç bir şey bilmemeliyim bilmek kelimesini sözlükten çıkarmalıyım satırların arasına sıkışıp aşka kapalı kaldığım devirlerde kaçırdığım güzellikleri yakalamalıyım..."




 

"...ben sözümün eriyim başka anlamları olsaydı sözlerimin başka anlamlara uygun kelimeler bulurdum..."




 

"...ne olur benim gibi okuyun her dedikoduya kulak kabartmayın benim gibi okusaydınız kirli sokakları yosunlu duvarları çarpık taşlı binaları severdiniz tanışmadan severdiniz insanları onları birbirlerine benzemedikleri halde bir yanlarıyla derinde bir yerde aynı olduklarını görürdünüz..."

 

"...gene de Selim bir Günseli'si olduğu için bütün bunları anlatabildi ya Günseli'si olmayanlar ne yapacak..."




 

"...yaşamak her gün girilen bir imtihan olursa buna kimse dayanamaz..."




 

"...beni bir gün unutacaksan bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma boş yere mağaramdan çıkarma beni alışkanlıklarımı özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna tedirgin etme beni bu sefer geride bir şey bırakmadım tasımı tarağımı topladım geldim neyim var neyim yoksa ortaya döktüm beni bırakırsan sudan çıkmış balığa dönerim bir kere çavuş olduktan sonra bir daha amelelik yapamayan zavallı köylüye dönerim beni uyandırma..."




 

"...zehirlerinin etkisi uzun süre geçmez korunmak için hemen açık havaya çıkmalıdır bir de düzenli yaşamalıdır yıllar sonra etkisi görülen zehirlere sahip olanları da vardır aralarında..."

 

"...artık sokaklarda yatamam diyordu ve hiç bir zaman sokaklarda gecelememiş arkadaşları onun sokaklara veda etmesini ayıplıyorlardı..."




 

"...her yeni tanıştığım insandan tanışır tanışmaz neler bekledim o daha adımı öğrenmeden ben onunla ilgili hayaller kurdum ümit etmeye başladım hemen ve o insan yanımdan bir dakika bile ayrılınca ben öyle yerlere varmıştım ki hayalimde bu ayrılmayı bir ihanet saydım gücendim..."

 

"...gözyaşlarım yanaklarımı üşütüyordu Hasan Bey uzakta mezarlığın kapısında kaloriferli arabasının içinde ölümden korkuyordu mezarcılar toprağı güçlükle kımıldatıyorlardı kimsenin kabahati yoktu kimseyi suçlamak mümkün değildi gene de ifade edilmesi güç ölümden öte bir haksızlık olmuştu bir yıl sonra mezar taşını yerleştirirken taşın bir kenarını kırdılar bütün bunlar unutuldu gitti beni hiçe saydıkları duygusuysa iyice yerleşti içime o güne kadar hiç ölü görmemiştim ölü görmeyi ondan bir parçanın ölümün bana bulaşması gibi bir uğursuzluk sayardım hiç görmezsem sanki hiç ölmeyecektim bu duygu da silindi içimden zaten hangi özelliğimi koruyabildim özendiğim hangi işi sonuna getirebildim kimsenin cenazesine gitmem o günden beri bir kişi eksik olsun törende cenazenin gösterişi bozulsun unutulmadan unutulsunlar..."




 

"...sayın yetkili cennet insanların birbirlerini dinlemeleri demektir birbirlerine aldırmaları birbirlerinin farkında olmaları demektir..."




 

"...senin gibi bir insanla yaşamayı ilk düşündüğüm zaman görseydim seni belki başka türlü olurdu oysa o zamandan beri o kadar karanlıklar yığıldı ki istesem de atamıyorum yaşamak artık beni yoruyor..."




 

"...ben emek verdiğim konularda böyle hayal kırıklığına uğrarken uğraşmadığım konularda bir yerlere varıyormuşum..."




 

"...Selim hastalığını kimseye sezdirmemeye çalışıyordu insanlar gene onunla ilgilenmezlerse o zayıf halinde bu hayal kırıklığına dayanamamaktan korkuyordu..."




 

"...ne acıklı değil mi bütün hayatınca arkadaşlığın önemini haykıran Selim Işık'ın başına bunlar geliyor oysa ben neler istiyorum neler istiyorsun canım insnaların üstüne dünyanın bütün yıldırımlarını yağdırsam da sevilmek özlenmek istiyorum bütün gürültümün çocukça olduğunu aslında sevgiden ilgiden geldiğini anlamalarını öyle sanmalarını istiyorum..."




 

"...seni seviyorum fakat neresini düzelteceğimi bilmediğim bu yaşantımı sürdürmenin anlamsızlığını seziyorum yok olmaya doğru hızlı bir gidişin farkındayım henüz koruyabildiğim bazı özelliklerim varken daha insan olduğumu hissederken bu gidişe bir son vermeliyim yoksa çok geç olacak ve kendimi affetmeyeceğim..."




 

"...bir kaç gün önce sevmediğim kimselere birer mektup göndererek onları hayatlarının sonuna kadar üzecek ya da üzeceğini sandığım sözler yazmayı düşündüm ne yazık ki insan ölmek üzere olduğu anda bile hayal gücünün eksikliğinden olacak yeteri kadar kötülük edemiyor..."




 

"...kötü hatıralar insanın aklından kelime olarak çıksalar bile görüntü olarak kalırlar..."




 

"...bir gün özleme gibi bir duyguya kapılabilirsin ölümün acılığı dağılırken böyle olabilir o zaman annem evde yokken bir göz atarsın fazla ümide kapılma çok sevimsiz bir odadır bir takım hayaller saklar doğmadan ölen çocuklar gibi gizli hayaller bir bakıma iyi olacak içimde gerçekleştirme telaşı kalmayacak sakinleşeceğim yapamadığım o kadar çok şey var ki nasıl olsa hepsini gerçekleştiremeyecektim ve yapamamanın acısı zehirleyecekti içimi insan sonu geldiği zaman iyileşiyor..."




 

"...mustarip bir ruhun çırpınmalarını ifade etmekten çok okuyucunun duygularını kötüye kullanmak isteyen acemi bir yazarın karalamaları..."




 

---




 

Üç de gelir elbet bir gün...

 


 

 



 



“İnsan üstünlüğü en az erkek üstünlüğü kadar yalandır. Goriller insanlardan daha güçlü ve bir o kadar da yumuşak huyludurlar; çitalar süratli ve zarif; yunuslar şen ve coşkundurlar. Mor ötesi ışığın farkına varan, açı ve mesafenin dansını eden arılar; sonsuz çeşitlikte tropik renkler içinde yüzerken eş zamanlı olarak ileriyi, yukarıyı, aşağıyı, ve arkayı gören balıklar; dünyanın manyetik alanını hisseden ve sürülerinin geri kalanıyla ritim halinde uçan yerkürenin üzerinde seyir halindeki kuşlar; on yıllar boyunca okyanusun engin genişliklerinde yaşayan deniz kaplumbağaları – onların bilgeliği ve vizyonu nedir?Diğer hayvanlar farklı bilgi tarzlarına sahiptir.”


-Joan Dunayer, “Seksist Kelimeler, Türcü Kökler”



 


 


 


 


Partizan


 

 

  



Gırtlağımda bir harf büyüyor

buna dayanacağım

dişlerim kamaşıyor yıldızlardan

buna da.

Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir.

Artık yırtarak açtığımız zarflarda

ne kargış ne infilâk

yalnız

koynunda çaresiz, çıplak

isyan işaretleri taşıyan

bir ergen cesedi.



Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir

uyusam bir dağın benimle uyuduğu oluyor

her gün şehrin ortasında bir ergen ölüyor

domuzuna ölüyor bankerlere durarak

noterden onaylı kâğıtlara durarak

mevlit ilanlarına durarak.

Yunmadık saçlarını okşuyoruz, yavrum.

—Yüzümüzde dolanan bir mayhoş kahkaha-

Gırtlağımda bir harf büyüyor

gırtlağımızda.



Sarp bir güvercin düşüyor yüreğimden

buna dayanmalıyım

ölünce bir partizan gibi ölmeliyim

sabahın kuşluk vaktine savrulan

savrulan savrulan ergen ölüleri gibi.

Şehrin şarkısını söylediğim zaman

yağız bir kımıltı oluyor sesim

korku ve cüzam

korku ve cüzam

korku...

Ne beklenebilir artık namlulardan.

Harçlar karılmış duruyordur

hem de kara

bir gerdek olarak yaşıyoruzdur kendimizi

ne beklenebilir.



Yırtarak açtığımız zarflarda

büyük tecimevlerinde, büyük çarşılarda

pokerde-sinemada-genelevlerde

ne bir suçlu çağrışımı, ne karabasan

yalnız o herkesler

o herkesler kendine akarak boğulan

ve sürdüren bir güleç kocamışlığı.

Bereketli kuşlar serpeceğim ayaklarıma

genzimi yakarak

bir cinayet türküsü söyleyeceğim ben de

ölürsem bir partizan gibi öleceğim

azgın bir gebelik halinde.



Beni dinmeyen bir mavilik kanırtıyor

buna dayanamam

bir çeteci dişleriyle söküyor kanımdaki çiviyi

buna da.

Radyodan silâh sesleri geliyor

ter kokusu geliyor, ayak

aksayan bir şey örtüyor

yüreğimin kabzasını

olmadık sesler geliyor radyodan

beynimde korkunç bir vida olarak

ergen ölüleri

artık ellerimi bu rahlelerden ayırsam

boyunbağımın ve gülüşümün o kirli

rahatlığından, yırtık uğultusundan şehrin.



Umudunun ayak seslerini okşuyoruz, yavrum.

Kuşandığımız

bu alkol kokusu bize ne getirdi ki!

ÇIKSAM

gök

şarlayarak devrilse ardımdan

-ölürsek bir partizan gibi ölmeliydik-

yürüsem parçalanmış bir ceset tazeliğinde

yürüsem beynimde kıpkızıl bir serinlik

sonra denizler devirebilirim dudaklarımdan

sonra aşk, sonra dirlik: partizan



---



Hey gidi İsmet Özel, sen ne güzel bir abimizdin.


 

 


 


Eskilerden Bir Yoldaş


 

 


1894 yılının Şubatında Paris'teki Cafe Terminus'a bomba attıktan sonra giyotine gönderilen Emile Henry'nin mahkemede yaptığı konuşmanın son paragraflarıdır:


 


 



...Belki de sadece yasaları koyan milletvekillerine, bu yasaları uygulayan hakimlere ve bizi tutuklayan polise saldırmalıyız? Bu fikre katılmıyorum. Bu adamlar sadece birer araç. Kendi adlarına hareket etmiyorlar. İşlevleri burjuvazi kendini savunsun diye kurumsallaştırılmıştır. Sizlerden daha suçlu değiller. Herhangi bir büroya sahip olmayan, ama paylarını tahsil eden ve işçilerin alın terinden kar ederek tembelce yaşayan iyi burjuvalar da misillemelerden kendi paylarına düşeni almalılar. Sadece onlar da değil; mevcut düzenden memnun olanlar, devletin faaliyetlerini alkışlayarak bunlara ortak olanlar, ayda üç yüz beş yüz frank kazanan ve insanlara yönelik nefretleri zenginlerden daha yoğun olanlar, her zaman en güçlünün tarafını tutan o ahmak ve gösterişçi insan kalabalığı; başka bir deyişle Terminus ve diğer büyük kafelerin günlük müşterileri!


İşte bu yüzden rasgele saldırdım ve kurbanlarımı seçmedim! Burjuvazi ıstırap çekenlerin artık bıktıklarını anlamalı; dişlerini gösteriyorlar ve siz onlara vahşice saldırırsanız onlar daha da vahşice karşılık verecekler. İnsan hayatına saygı duymuyorlar; çünkü burjuvazi insan hayatını umursamadığını gösterdi. Kanlı haftanın sorumlusu suikastçıların ve diğer insanları suikastçı olarak gören Fourmies'in hayatına saygı duymuyorlar.


Sevdiğimiz kişilerin kadın ve çocuklarına kıydıkları için burjuva kadın ve çocukların canını bağışlamayacağız. Evlerinde ekmek olmadığı için varoşlarda kansızlıktan yavaş yavaş ölen çocukları; yoksulluktan fahişelik yapmak zorunda kalmazlarsa şanslı sayılan ve günde kırk sous kazanmak için atelyelerinizde beti benzi atan kadınları; tüm yaşamları boyunca üretim makinesi haline getirdiğiniz ve güçleri tükendiğinde çöplüğe veya düşkünler evi attığınız yaşlı adamları masum kurbanlar arasında saymamalı mıyız?


Burjuva beyler en azından kendi suçlarınızı itiraf edecek cesareti gösterin ve bizim misillemelerimizin tamamen meşru olduğunu kabul edin.


Tabii ki, herhangi bir yanılsama içinde değilim. Eylemlerimin henüz onlara hazır olmayan kitleler tarafından anlaşılmayacağını biliyorum. Uğruna savaştığım işçiler arasında bile gazetelerinizle yanlış yönlendirilen, beni düşmanları olarak görecek bir çok kişi olacaktır. Ancak bu sorun değil. Ne herhangi birinin yargısıyla ilgileniyorum, ne de eylemin propagandasını yapanlarla dayanışmaya girmeyeceğini ifade etmekte acele eden ve kendisine anarşist diyen insanlar olduğundan habersizim. Onlar teorisyenler ve teröristler arasında ince bir ayrım yapmanın yollarını arıyorlar. Kendi yaşamlarını riske atmaktan o kadar korkuyorlar ki, eyleme geçenleri yadsıyorlar. Fakat devrimci hareket üzerindeki etkileri bir hiçten ibaret. Bugün alan eyleme açıktır; zafiyetsiz ve geri adım atmadan.


Rus devrimci Alexander Herzen bir keresinde şöyle demişti: "İnsan şunlardan birisini seçmek durumundadır: suçlanmak ve ileri doğru yürümek veya özür dilemek ve yolun yarısından geri dönmek. Ne özür dilemeye ne de geri dönmeye niyetliyiz. Faaliyetlerimizi özgür bir dünyanın yaratılmasıyla taçlandırana kadar, çabalarımızın hedefi olan devrime doğru yürüyeceğiz."


Burjuvaziye açtığımız acımasız savaşta merhamet dilemiyoruz. Ölüm veririz ve ona nasıl tahammül edeceğimizi de biliriz. Bu yüzden vereceğiniz karar benim için bir şey ifade etmeyecek. Keseceğiniz en son kellenin benimki olmayacağını biliyorum, kestiğiniz diğer kafalar düştükçe, yokluk çekenler Terminus ve Foyot gibi muhteşem kafe ve restoranlarınızın yolunu öğrenmeye başlıyorlar. Kanlı ölüm listesine başka isimler ekleyeceksiniz. Chicago'da asıyor, Almanya'da kelle uçuruyor, Jerez'de boğuyor, Barcelona'da vuruyor, Montbrison ve Paris'te giyotine gönderiyorsunuz; ancak hiçbir zaman anarşiyi yok edemeyeceksiniz. Onun kökleri çok derinde. Anarşizm çürüyen ve birbirinden ayrı düşen bir toplumun kalbinde doğar. Kurulu düzene karşı vahşi bir tepkidir. Otoriteye saldıran tüm eşitlikçi ve özgürlükçü idealleri temsil eder. Her yerde ve bu nedenle de kontrol altına alınmasını imkansız. Sizi öldürerek bitecek.





(İdam edildiğinde yirmi iki yaşındaydı.)


 


 


 

 


 


Kitaplar


 

 

El-Hayatî'nin kitaplarla ilgili yazdığı müthiş paragrafı herkes bilir. Zaten El-Hayatî hakkında bildiğimiz tek şey o paragraf. Ayrıntı yayınları sağolsun, ne diyelim. Paragrafı hatırlamak istedim:



"Kitaplarla yeni hayatlar kurulmaz; ütopyalar yaşanmaz; toplumsal hareketler doğmaz.

Kitaplar cevap vermez, sorusu olanlarla konuşur. Onları soru-cevap yalnızlıklarından kurtarır.

Kitaplar kişiyi çoğaltmaz. Mahremiyeti artırır.

Kitaplarla hayat hissedilmez, anlaşılabilir belki.

Kitaplar, kendisiyle, Öteki'yle, hayatın seçilmiş bir boyutunda sahiden buluşmak isteyenler ve bunu gerçekleştirmek amacıyla sahiden çaba gösterenler için basit yol göstericilerdir.

Kitaplar, öteki dünyada ödüllendirilme beklentisine dayanan dinsel ahlâkla yetinmeyerek daha insanî derinliklerin peşine düşenler için dünya bilgisini edinme ve hayal etme kapasitesini zorlama araçlarıdır.

Kitaplar karşı ve yana olmayı seçenler için vardır.

Ya da sıkılanlar için basit vakit öldürücülerdir."



Abdûlgaffar El-Hayatî


 

 


 


Ahmaklar Gemisi


 

 

Böyle salak saçma tartışmalara dalmışken ben, Ahmaklar Gemisi'ni okumak pek iyi geldi. Kaczynski o kadar güzel açıklamış ki.. Kamarot ne diye isyan ediyordu:




“Sizi kahrolası ahmaklar!” diye bağırdı. “Kaptanın ve ikinci kaptanların neler yaptıklarını görmüyor musunuz? Battaniyeler, maaşlar ve köpeğin tekmelenmesi hakkındaki saçma şikayet sebepleri ile meşgul etmeyi sürdürüyorlar, böylece gerçekten bu gemiyle ilgili nelerin yanlış gittiğini düşünemeyeceksiniz – ki kuzeye daha uzaklara ilerliyoruz ve hepimiz boğulmuş olacağız. Eğer sadece bir kaçınız bunu anlama kararına varırsanız, birleşir, ve kıç güverteyi basarsak, bu gemiyi çevirebilir ve kendimizi kurtarabilirdik.


Fakat hepinizin yaptığı, çalışma koşulları, barbut ve ağza alma hakkı gibi önemsiz küçük konular hakkında ağlaşmak.”


 


 

 


 


Sumaca


 

 

Bir kitabı yarılamak. Kalkmak. Bir şişe ucuzundan şarap açmak. Çoktandır el sürülmeyen bir kitabı raftan almak. Sayfalarını çevirmek. Rastgele bir paragrafı okurken bu paragrafın değerini daha önce farketmediğini düşünmek. Kitabı yerine koymak. Eski kitaba dönmek. Kafanın karışıklığı.. Kitabı kapayıp raftaki kitaba geri dönmek. Yine aynı paragrafı okumak. Kapamak. Dolaşmak. Bir sigara yakmak. Geri dönüp yine o paragrafı okumak. Kum torbasıyla oynaşmak. Sonra yine o paragrafı okumak. Müzik dinlemek. Yerinde duramamak. Sonra o paragrafı kağıda geçirip duvara asmak. Diğer kitabı bitirmeye çalışmak. İçin rahat etmemesi. O paragrafı bir sürü kağıda daha yazıp bir sürü duvara daha asmak. Hava soğuk.. İç devinimler yüzünden terlemek. "Bir konu bu kadar mı güzel anlatılır, bu kadar mı insanın içine işler.. Ne kadar naif, ne kadar usta.." diye düşünmek. Daha önce sayısız kez hayran olunan yazara bir kez daha hayran olmak.



Bunun bende şu anki karşılığı budur:



"Sahip olma hazzı da sürme isteğinin bir başka biçimidir; aşkın güçsüz sayıklamasını oluşturan da budur. Hiçbir varlık, hatta en sevileni ve sevginize en iyi karşılık vereni bile, hiçbir zaman bizim değildir, sevgililerin bazı bazı ayrı olarak öldükleri, ama her zaman bölünmüş olarak doğdukları bu acımasız yeryüzünde, bir varlığa tümüyle sahip olma, bütün yaşam süresince onunla saltık bir kaynaşma olanaksız bir gerekliliktir. Sahip olma eğilimi o denli doymak bilmez bir eğilimdir ki, aşkın ölümünden sonra da yaşayabilir. O zaman sevmek, sevileni kısırlaştırmaktır. Bundan böyle, yalnız sevenin yüz kızartıcı acısı, artık sevilmemekten çok, ötekinin hala sevebileceğini, seveceğini bilmekten ileri gelir. Son noktada, çılgınca bir sürme ve sahip olma isteğiyle yanan her insan, sevmiş olduğu kimselerin kısırlaşmasını ya da ölmesini diler. Gerçek başkaldırıdır bu. Varlıkların ve dünyanın hiç mi hiç el değmemişliğini bir kez olsun istememiş, bunun olanaksızlığı karşısında özlemle, güçsüzlükle titrememiş olanlar, sonra, hep o eski saltlık özlemlerine düşe düşe, yarı yükseklikte sevmekten yıkılmamış olanlar, başkaldırının gerçekliğini, yıkma azgınlığını anlayamazlar. Ama varlıklar her zaman kaçar elimizden, biz de onlardan kaçarız; sağlam köşeleri yoktur ki tutasın. Bu açıdan yaşam 'biçem'sizdir. Durmamacasına biçimin ardından koşup da onu hiç bir zaman bulamayan bir devinimden başka bir şey değildir. İnsan bölünme içinde, kral olacağı sınırları verecek olan bu biçimi arar boşu boşuna. Bu dünyada tek bir canlı nesne biçimi olsun, uzlaşacaktır!"


Albert Camus


 


 

 


 


Ben Hasta Bir İnsanım


 

 

 






Ben hasta bir insanım. İçi öfke ile dolu çekilmez bir insanım ben. Öyle sanıyorum karaciğerimde bir sorun var. Aslına bakarsak hastalığımın ne olduğunu bilmiyorum. Dahası, neremin ağrıdığını bile bilmiyorum. Tıp bilimine ve doktorlara çok büyük saygı duyduğum halde tedavi olmak için kılımı bile kıpırdatmıyorum. Ayrıca tıbba saygı duyacak kadar boşinançlarım da var. (Çok iyi bir öğrenim gördüm; boş inançlarımın olmaması gerekir ama ne yapayım, inanıyorum işte.) Yalnızca inadım yüzünden tedavi olmak istemiyorum. Sanıyorum siz bunun neden olduğunu anlayamazsınız. Ama ben çok iyi anlıyorum. Bendeki huysuzluğun kimin canına okuyacağını söylemeyeceğim elbette. Bunu ben de bilmiyorum ki. Ama tedaviden kaçarak doktorlara bir kötülük yapmadığımı, kötülüğü yalnızca kendime yaptığımı çok iyi biliyorum. Bildiğim halde, sırf inadım yüzünden tedavi görmüyorum işte. Karaciğerim fena halde ağrıyor, varsın daha kötü ağrısın!




"Yeraltından Notlar"



 


 

 


 


Hapishane-Polis-Suç


 

 

Hapishane rejimine hangi yenilikler getirilirse getirilsin, hapishaneden çıkanın yeniden suç işlemesi sorunu, önemini kaybetmiyor. Bu kaçınılmaz: Ancak şöyle olabilir; hapishane insanın topluma uyumunu sağlayan tüm niteliklerini öldürür. Onu, tekrar hapishaneye dönecek türdan bir insan yapar...

Her hapishanenin başına bir Pestalozzi getirilmesini önerebilirim... Hatta mevcut gardiyanların, eski polis ve eski askerlerin yerine altmış Pestalozzi'nin getirilmesini önerebilirim. Ama, diye soracaksınız, o kadar çok Pestalozzi'yi nereden bulacaksın? Yerinde bir soru. Büyük İsviçreli öğretmen, en başta, tüm hapishaneler ilke olarak insanı özgürlükten mahrum bıraktığı için, kesinlikle bir hapishane gardiyanı olmayı reddederdi. Bir insanı özgürlüğünden mahrum kıldığınız sürece, onu daha iyi biri yapamazsınız. Suçu alışkanlık haline getirmiş suçlular yetiştirirsiniz.


Pyotr Kropotkin




Polis gücü ve hapishane görevlilerinin rütbeleri, acı verici, güç kullanmaya yönelik, davranışların yasal kanalları olma lüksüne sahip olduğundan, pek çok sapkın karakteri kendisine çeker; ve bu konumlar, kendilerine sahip kişilere büyük oranda dokunulmazlık sağladığından, bu da sırası gelince psikopatik eğilimlerin gittikçe daha fazla başıbozuk hale gelmesine neden olur...


von Hentig




Toplumumuzda, gerçek tehlikelere oranla çok abartılmış, büyük bir endişe ve korku var. İnsanlar savunmasızlıktan korkuyorlar. (Bu da başka bir alanda insanların neden silahsızlanma fikrini kabul edemediklerini açıklıyor; insanlar gerçekten savunulduklarını sanıyorlar.) Suç konusuna genel olarak sürekli kafa yorma ve gösterilen bu ilgi, gerçekten de, toplumun suçlularını yalnız yaratmadığı, aynı zamanda onlara ihtiyaç duyduğu ve sonuç olarak sapkın bireyleri suçlu rolü "oynamaya" ittiği yolundaki psikoanalitik teoriyi de doğruluyor gibi.


Colin Ward


 


 

 


 


Belki de Herşey Açık.. Tıkanalı Çok Oldu


 

 


İnsanlar dünyanın güvenli ve düzenli bir yer olması için yıllarca çalışırlardı. Ama hiç kimse bunun ne kadar sıkıcı olabileceğinin farkında değildi. Bütün dünyanın parsellendiğini, hız limitleri konduğunu, bölümlere ayrıldığını, vergilendirildiğini ve düzenlendiğini, bütün insanların sınavlardan geçirildiğini, fişlendiğini, nerede oturduğunun ne yaptığının kaydının yapıldığını düşünün. Hiç kimseye macera yaşayacak bir alan kalmadı, satın alınabilenler hariç. Lunaparka gitmek, film izlemek gibi. Ama yine de bunlar sahte heyecanlardı. Dinozorların çocukları yemeyeceğini bilirsiniz. Büyük bir sahte afetin olma şansı bile oy çoğunluğuyla ortadan kaldırıldı. Gerçek afet veya risk ihtimali olmadığından, gerçek kurtuluş şansı da ortadan kalkmış oldu. Gerçek mutluluk yok. Gerçek heyecan yok. Eğlence, keşif, buluş yok. Bizi koruyan kanunlar aslında bizi can sıkıntısına mahkum etmekten başka bir işe yaramazlar.Gerçek karmaşaya ulaşamadığımız sürece, asla gerçekten huzurlu olamayacağız. Her şey berbat bir hal almadığı sürece yoluna da girmeyecek. Keşfedilmemiş tek alan, elle tutulamayanların dünyasıdır. Bunu dışındaki her şey çok sıkı örülmüştür. Çok fazla kanunun içinde hapsolmuş durumdayız.




 




Elle tutulamayanlar derken interneti, filmleri, müziği, hikayeleri, sanatı, dedikoduları, bilgisayar programlarını, yani gerçek olmayan her şeyi kastediyordu. Sanal gerçeklikten bahsediyordu. Yalandan inanılan şeyler. Kültür. Gerçek dışı şeyler gerçeklikten daha güçlüdür. Çünkü hiçbir şey sizin hayalinizdeki kadar mükemmel olamaz. Çünkü sadece elle tutulamayan fikirler, mefhumlar, inanışlar ve fanteziler kalır. Taşlar ufalanır. Ağaçlar çürür. İnsanlar da maalesef ölürler. Fakat bir düşünce, bir rüya, bir efsane gibi aslında son derece kırılgan şeyler yaşarlar da yaşarlar.




 




Amacım insanlara anlatabilecekleri neşeli hikayeler sunmak. Beni mahkum etmeniz çok gereksizdi. Bürokrasiniz ve kanunlarımız dünyayı temiz ve güvenli bir toplama kampına çevirdi. Kölelerden oluşan bir jenerasyon yetiştiriyoruz. Çocuklarımıza çaresiz olmayı öğretiyoruz. Öyle planlanmış vaziyetteyiz ve ince ince yönetiliyoruz ki, burası artık dünya olmaktan çıktı. Burası lanet olası bir sahil güvenlik teknesi oldu.




 




--Palahniuk--

 


 

 


 


Nestor Mahno ve Ukrayna İsyanı


 

 

Mahnovistler kimlerdir? Mahnovistler, 1918'de Ukrayna'da Avusturya-Alman, Macar ve Hetman burjuva egemenliğinin baskılarına karşı başkaldıran köylü ve işçilerdir. Mahnovistler, Denikincilere ve nereden gelirse gelsin her türlü baskı, yalan ve şiddete karşı mücadele bayrağını yükselten emekçilerdir. Mahnovistler, genel anlamda burjuvaziyi, şimdilerde ise Sovyet burjuvazisini emekleriyle zenginleştiren ve besleyen işçilerin ta kendisidir.



Neden kendimize Mahnovist diyoruz? Çünkü, Ukrayna'da gericiliğin en korkunç günlerinde, saflarımızda asla yorulmak bilmeyen, güvenilir bir dost, bir lider gördük: Mahno. Sesini tüm Ukrayna'da duyurarak emekçi halkın üzerindeki baskılara karşı çıkan, bize ihanet eden bütün zalimlere, yağmacılara ve politik şarlatanlara karşı savaşı başlatan kişi Mahno'ydu. Mahno bizimle birlikte saflarda kararlı bir şekilde ortak amacımız doğrultusunda yürümektedir; emekçi halkın her tür baskıdan kurtulması amacına doğru.



İşte Mahnovistler yayımladıkları bir bildiride kendilerini ve Nestor Mahno'yu böyle tanımlıyorlar.



Mahnovşçina hareket, tarihte anarşistlerin genişçe bir zaman diliminde büyük toprak parçalarını denetledikleri pek az örnekten biri, Mahno'nun Ukrayna'da önderliğini yaptığı harekettir.



Onun için Mahno ve Mahnovşçina Hareketi bir arada inceleyeceğiz. Önce Mahno'nun biyografisi ile ilgili bilgiler verelim.



Nestor İvanoviç Mahno, 27 Ekim 1889'da Yekaterinoslav Eyaleti'nin Aleksandrovsk Bölgesi'ndeki Gulya-Polye köyünde doğdu. Diğer dört kardeşiyle birlikte annesinin himayesinde büyüyen Mahno, babası öldüğünde henüz on aylıktı. Yoksul bir ailenin çocuğu olan Mahno, 8 yaşında okula başladı. 12 yaşında iş bulmak için okulunu ve ailesini terk etti. Alman kulaklarının yanında yanaşma olarak çalıştı. 16 yaşına kadar politik dünya ile her hangi bir ilgisi olmadı.



Mahno, 17 yaşında politik görüşlerini belirlemeye başladı ve anarko-komünistlerin saflarına katılmaya karar verdi.



1908'de anarşist gruplara üye olmak ve şiddet eylemlerinde yer almaktan dolayı tutuklandı ve idama mahkum oldu. Ancak yaşının küçük olması nedeniyle cezası ömür boyu hapse çevrildi.



9 yıl hapishanede kalan Mahno, burada kendisini geliştirdi. Hapishane bir okul görevi gördü. Nihayet, 2 Mart 1917'de diğer politik tutuklularla birlikte serbest bırakıldı. Hapishaneden çıkınca köyüne Gulya-Polye'ye geri döndü. Edindiği bilgilerle köylüleri örgütlemeye başladı. Bu arada Ukrayna, Avusturya birlikleri ve onların Ukraynalı kuklaları Hetman milislerinin işgali altındaydı. Mahno, anarşizm bayrağı altında partizan bir çete kurdu.



At sırtında ve makineli tüfekleri yüklendiği hafif köylü arabaları ile dolaşan Mahno ve adamları, her gittikleri yerde kendilerine yeni partizanlar kazanıyordu. Böylece dağınık vaziyette bulunan gerilla çeteleri Mahno'nun komutasında siyah bayrak altında toplandı.



Halk arasında Mahno hakkında bir çok efsane yayıldı. Onu yenilmez bir savaşçı olarak görüyorlardı. Adamları tarafından Batko(Ukrayna'daki devrimci başkaldırının lideri) olarak kabul edildi.



Mahnovşçina Hareketinin başarısı sadece askeri alanla sınırlı kalmadı. Mahno hareketi ve ordusu bir bölgeyi ele geçirir geçirmez, ilk yaptıkları şey liberter hareketi uygulamak oluyordu.



"Kent halkı ve işçilerine, bu kent Mahnovist Devrimci İsyan Ordusu tarafından ele geçirilmiştir. Bu ordu hiç bir siyasi partiye, iktidara veya diktatörlüğe hizmet etmez... Ordu hiç bir otoriteyi temsil etmez. Hiçkimseye bir yükümlülük getirmeyecektir. Tek görevi işçilerin özgürlüğünü savunmaktır. İşçilerin özgürlükleri kendilerina aittir ve kesinlikle kısıtlanamaz. Şurası bilinmelidir ki, Mahnovist ordu onları hiç bir şeye zorlamayacak, hiç bir şey emretmeyecek veya benimsetmeye çalışmayacaktır. Mahnovistler onlara yardım edebilir, öneri sunabilir, güçlerini onların hizmetine verebilirler. Ama kesinlikle onları yönetmeye kalkışmazlar."



Bu bildiriden de anlaşılacağı gibi Mahnovist ordu, disipline dayalı bir ordu değil, gönüllülerden kurulu bir orduydu. 1918 Ekim ve Kasım aylarında Mahno müfrezeleri Hetman'ın karşı-devrimine yönelik genel bir saldırı başlattı. Avusturya ve Alman birlikleri 1. Dünya Savaşı'nın bitimiyle birlikte Ukrayna topraklarından çekilince, Ukraynalı milliyetçi lider Petliyura yandaşları ülkeyi ele geçirme girişiminde bulundu.



1919 yılında Petliyura ve Denikin'e karşı mücadelede Kızıl Ordu, Mahno'ya birlikte hareket etmeyi önerdi. Mahno ve ordusu kendi şartları altında bunu kabul etti. Şartları genel olarak kendi kimliklerini korumaktı. Ancak Bolşevikler, Mahnovistleri kendi yanlarına çekmeyi başaramayınca, onlara karşı saldırıya geçtiler. Bu arada Rus basını da Mahno ve taraftarlarına karşı saldırıya geçti. Halbuki kısa bir süre önce Kızıl Ordu ile birlikte hareket ederken birer kahramandılar. Aynı yılın Mayıs ayında Mahno'yu öldürmek için gönderilen iki Çeka ajanı yakalandı ve idam edildi. Bunun üzerine Troçki, Mahno'yu yasadışı ilan etti. Bir kaç gün sonra Kızıl Ordu, Mahnovistlerin kurduğu tarım komünlerini dağıttı. Bunu Denikin kuvvetlerinin yaptığı katliamlar izledi. Bunun üzerine Mahnovistler geri çekildi. 1920 yılı boyunca Bolşevikler, Mahno ve adamlarına karşı savaşmayı sürdürdü. Sonunda Mahnovistler bir çok cephede savaşmaya dayanamayarak yenik düştü. 2 Eylül 1921 günkü Romanya gazeteleri yaralı olan Mahno ve karısının da aralarında bulunduğu 77 kişinin Besarabya'ya geçtiğini duyurdu.



Mahno ve karısı bir süre Romanya'da kaldı. Ancak buradan Polonya'ya kaçıp yeniden Ukrayna'ya dönmeye çalıştı. Bunda başarılı olamadı. Romanya hükümeti Ruslar tarafından sıkıştırılıyordu. Bunun sonucu olarak Mahno ve karısı sınır dışı edildi. Mahno Polonya'ya geçti. burada yargılandı ve hapsedildi. 1 Aralık 1923 günü delil yetersizliğinden serbest bırakıldı.



Mahno karısını Polonya'da bırakarak Almanya'ya gitti. Berlin'de bir süre kaldıktan sonra ise hayatının sonuna kadar kalacağı Paris'e geçti. Şehir ortamı hiç bir zaman Mahno'ya uygun gelmemişti. Devamlı olarak Ukrayna'ya dönmenin planlarını yapıyordu. Ancak bunda hiç bir zaman başarılı olamadı. Sağlığı yerinde olmadığından geçimini sağlamakta zorlanıyordu. Kendisine anarşistler yardım ediyordu.



Mahno, Paris'te bir çok anarşist ile karşılaştı. Bunların içinde İspanyol anarşisti; gezgin, soyguncu, çeteci, gerilla Buenaventura Durruti’de vardı. Paris sürgünü sırasında Mahno’yu ziyaret etti. Mahno, konuşmanın sonunda Durruti’yi şu sözler ile uğurladı; “Mahno hiçbir zaman kavgaya hayır demedi. Başladığınızda –eğer hayattaysam- sizlerle birlikte olacağım”. Mahno gerçekten de yılmaz bir anarşizm savaşçısı, Woodcock’un tanımlamasıyla anarşizmin Robin Hood’uydu. Paris'teki yaşamı onu içten içe ölüme götürüyordu. Mahno’ya son darbeyi vuran, yakın arkadaşı Peter Arşinov oldu. Birlikte mücadele ettikleri bu “anarşist”, 1934 yılında Stalin’in yönetimindeki SSCB’ye geri dönüyor ve anarşistlere SSCB’yi tanımaları yününde tavsiyelerde bulunuyordu. Mahno’yu derinden sarsan bu olayınardından 19 Mart 1934’de tüberküloz teşhisi ile hastaneye yatırıldı. 25 temmuz, çarşamba sabahı, 44 yaşında, hayata gözlerini kapadı.



Cenaze töreni 28 Temmuz'da yapıldı ve çeşitli ülkelerden 500 kadar anarşist katıldı. Rus Anarşistlerinin büyük bir çoğunluğu Mahno'yu anlayamamış ve devletin onun için yaydıklarına inanmışlardır. Buna istisna yalnızca Kropotkin olmuştur.



"Yoldaş Mahno'ya, kendisine iyi bakmasını söyleyin, zira Rusya'da onun gibi kişilerin sayısı az."



Kropotkin bu sözleri 1919 Haziran ayında söylemişti. Yani Rusya'da Mahno hakkında resmi yaygaralar dışında henüz başka bilgi yokken.


 

 


 


Doğruları Söyleyen Soytarı


 

 

Hani demiş ya "Belki de bir soytarıyım. Ve gene de doğrular çıkıyor ağzımdan.." diye. Bunu derken bile çok doğru konuşuyor bu soytarı. Şu tarihte ve şu mekanda yaşamaktan iki nedenden ötürü nefret edebilirim. Soytarı ile karşılıklı konuşamadığım için nefret edebilirim mesela. Bir de Camus ile maç yapamadığım için. Aslında nefret etmek isterse insan zarları hep yek getirebilir. Bu bahsettiklerim sadece zırvalama niyetine geçiyor o zaman.



Her ne ise, alıştığım ruh haletinin dışına çıktığımda soytarıyla manevî bir sohbete dalıyorum. Hayatı boyunca doğruları söylemiş ve dahi anlaşılması bugüne kısmet olmuş soytarı beni kendime getiriyor. Bugünün incisi ne idi? Şu idi:



"Hepimiz bazen birileriyle o kadar yakınlaşırız ki dostluğumuzu ya da kardeşliğimizi hiç bir şey engellemiyormuş gibi görünür, bizi ayıran küçücük bir köprü vardır, hepsi o kadar.



Ama tam sen bu köprüye adım atacakken sana şu soruyu sorsam: "Bu köprüyü geçip bana gelir misin?" işte o anda artık bunu istemeyiverirsin, sorumu tekrarlarsam öylece suskun kalırsın.



O andan itibaren aramıza dağlar ve azgın nehirler girer, bizi ayıran ve birbirimize yabancılaştıran duvarlar bitiverir önümüzde ve bir araya gelmek istesek de artık yapamayız.



Ama o küçücük köprüyü düşündüğünde sözcüklere sığmayacak kadar büyüyüverir gözünde; yutkunur ve şaşar kalırsın..."



Soytarı işte..

Doğruları söylüyor.


 

 


 


Kaplan! Kaplan!


 

 

  



Kaplan! Kaplan! gecenin ormanında

Işıl ışıl yanan parlak yalaza,

Hangi ölümsüz el ya da göz, hangi,

Kurabildi o korkunç simetrini?



Hangi uzak derinlerde, göklerde

Yandı senin ateşin gözlerinde?

O hangi kanatla yükselebilir?

Hangi el ateşi kavrayabilir?



Ve hangi omuz ve hangi beceri

Kalbinin kaslarını bükebildi?

Ve kalbin çarpmaya başladığında,

Hangi dehşetli el? ayaklar ya da



Neydi çekiç? ya zincir neydi?

Beynin nasıl bir fırın içindeydi?

Neydi örs? ve hangi dehşetli kabza

Ölümcül korkularını alabilir avcuna?



Yıldızlar mızraklarını aşağıya atınca,

Göğü sulayınca gözyaşlarıyla,

Güldü mü o, görünce eserini?

Kuzu'yu yaratan mı yarattı seni?



Kaplan! Kaplan! gecenin ormanında

Işıl ışıl yanan parlak yalaza,

Hangi ölümsüz el ya da göz, hangi,

Kurabilir o korkunç simetrini?



William Blake


 

 


 


Besbelli


 

 


Evet! Biliyorum nereden geldiğimi ben!




Doymak bilmez bir yalımım tıpkı




Kızıl kızıl olurum, tüketirim kendi kendimi.




Neyi tutsam aydınlanır,




Kömür kesilir elimden düşen:




Besbelli bir yalımım ben!

 


 

 


 


 

 




Kendimi tanıtırdım ama, aslında bir adım yok. Bana 'V' diyebilirsiniz. İnsanlığın varoluşundan beri bir avuç baskıcı, hayatlarımızın bizim yüklenmemiz gereken sorumluluğunu yüklenmeyi kabul ettiler. Böyle yaparak gücü ele geçirdiler. Onların yolunun nereye çıktığını gördük; kamplardan, savaşlardan mezbahaya. Anarşide bir yol daha var. Anarşiyle molozlardan yeni bir hayat doğar. Umut yenilenir.

'Anarşi öldü!' diyorlar, ama görüyorsunuz ya, ölüme dair haberler abartılıyor.

 


 

 


 


V I


 


Viola! In view a humble vaudevillian veteran, cast vicariously as both victim and villain by the vicissitudes of fate. This visage, no mere veneer of vanity, is it vestige of the vox populi, now vacant, vanished. However, this valorous visitation of a by-gone vexation, stands vivified, and has vowed to vanquish these venal and virulent vermin vanguarding vice and vouchsafing the violently vicious and voracious violation of volition. The only verdict is vengeance; a vendetta, held as a votive, not in vain, for the value and veracity of such shall one day vindicate the vigilant and the virtuous. Verily, this vichyssoise of verbiage veers most verbose, so let me simply add that it's my very good honor to meet you and you may call me v.

 


 

 


 


Marcos kimdir?


 

 


Marcos, San Fransisco’da bir gaydir, Güney Afrika’da bir zenci, San Ysidro’da bir Chicano, İspanya’da bir anarşist, İsrail’de bir Filistinli, San Cristobal sokaklarında bir Maya yerlisi, Mexico City’nin teneke mahallesi Neza’da bir çete mensubu, folk müziğinin kalesi Ulusal Üniversite’de bir rocker, Almanya’da bir Yahudi, Savunma Bakanlığı’nda bir uzlaştırıcı, soğuk savaş sonrası çağda bir komünist, ne galerisi, ne müşterisi olan bir sanatçıdır... Bosna’da bir barış yanlısı, Meksika’nın herhangi bir kentinde bir ev kadını, grev yapmaya asla yeltenmeyen sendika CTM’de grevci, başkaları için kitap yazan bir gazeteci, gece saat 10’da metroda yalnız başına bir kadın, topraksız bir köylü, işsiz bir işçi, mutsuz bir öğrenci, serbest piyasacılar arasında bir muhalif, ne kitabı, ne okuyucusu olan bir yazar ve tabii Güneydoğu Meksika dağlarında bir Zapatista...

 


 

 





Gözleri bulut rengindeydi, yok, melekût rengindeydi, atmosfer, kurşuni ilksizlik sabahı rengindeydi, ruh... Rengindeydi. Haaa! Anladım; gözleri tümüyle ruh rengindeydi, ruh ne renktedir? Ruh mu? Bilmeyecek ne var?



Ruh tümden ne renktedir, ne renktedir... Onun gözleri rengindedir.

Buğu ne renktedir? Onun gözleri renginde değil midir? Gözleriyle düş kuruyor, gözleriyle düşünüyor gibiydi, gözlerinin bir yerler gördüğünü sanmıyorum.



Ben şimdi düşlemimde bir odağa dalmışım, gözlerim durgun bir delinin gözleri gibi gizemli bir korku içinde göremez olmuş, kıpırdamaz olmuş, açılıp kapanmayı unutmuştur.

Yanılmayasınız, bunlar birilerine ilişkin söyleyerek duymasını istemediğimiz sözlerden değildir, yok, bunlar bir şey değil, buna benzer söz çoktur, çok da değersizdir, herkesin böyle sözleri olur, birilerine, bir seslenilene söylenecek sözlerden söz ediyoruz biz, ondan başkasına söylenemeyecek, ondan başkasına söylenememesi gereken, bununla birlikte onunda

duymaması gereken sözler, yüce, güzel tatlı sözler bunlardır, seslenilenin bile namahrem olduğu sözler!



Bu nasıl söz? Bu nasıl seslenilen?

Bulunmadıklarında bulunduklarından daha çok "var olan" kimseler! Yer yer duymamaları gereken sözlerin seslenileni olan kimseler bunlardır işte, kendileriyle hep konuşur durumda olduğunuz kimseler bunlardır, güzel sözlerimizi de bunlara söyleriz hep, duymalarını istemediğimiz sözleri, hep yazıp ta göndermediğimiz mektupları da bunlara yazarız.

Özgün sözler, "duyulmak" için söylenen sözler değildir, "söylenmek" için söylenen sözlerdir. Özgün yazılar "okunmak" için yazılan yazılar değildir, "yazılmak" için yazılan yazılardır.



Kuşlara benzer duygular. Nereden gelir bilinmez. Kâh çığlık çığlıktır, kâh sesleri işitilmez. Bağrında güneşler tutuşmuyorsa selamlayıp geçerler seni. Kuşlar soğuk iklimi sevmez.

Aşk sevenin içinde varolan bir güçtür. Kendisini sevgiliye çeker. Oysa sevgi sevilende varolan bir albenidir. Seveni sevilene götürür. Aşk, sevgiliye egemenliktir. Oysa sevgi, sevilende yok olma susuzluğudur.



Birden içime şu korkunç soru düşüvermişti: "Ben hangiyim?"

Ruhunun bu kaygıyı duyumsayabilecek oranda büyük, geniş olduğunu düşünüyorum. Kişinin kendini kendi içinde yitirmesinden daha korkunç ne olabilir? Kişinin kendi içinde... ne desem?.. Kendisiyle iç içe olmuş, kendilerini kendisi gibi göstermiş... Yabancılar olmasından daha büyük bir yıpranış olabilir mi? Şimdi ben kim olduğumu bilmiyorum... ne korkunç!



İçine bir yeraltı su geçidi gerek senin

İğretilere kapın açılmasın diye senin

Evin içinde bulunan bir su testisi bile

Dıştan gelen bir ırmaktan iyi senin için



Çok ilginç! O var iken görmüyordum, o çağırıyor iken işitmiyordum... Ben görmeye başladığımda o yoktu... Ben işitmeye başladığımda o çağırmıyordu... Soğuk, duru bir pınar, senin karşında coşmakta, çağırmakta, inlemekteyken, sende suyun değil, ateşin susuzluğunu çekiyor iken, pınarın kurumasıyla birlikte, pınarın, senin susuzluğunu çektiğin o ateşten boşalıp buğulaşarak boşluğa uçmasıyla birlikte böylece ateşin, çöle saldırarak onu kendi içerisinde eritmesiyle, yerden ateş bitip, gökten ateş yağmasıyla birlikte senin ateşin değil suyun susuzluğunu çekmeye başlaman, sonra da varoldukça senin yokluğunun üzüntüsüyle eriyen kimsenin yokluğunun üzüntüsüyle bir yaşam boyu erimen ne üzücüdür!



"Var olmak", dar, karanlık bir hücredir; kapısı ölüm, penceresi yaşamdır, pencerelerini bulmamış olanlar ya da yalnız "var olmak"la yetinecek ölçüde "az" olanlar ile bu "az olmak" tan biraz çok olmaları ya da çok duruma gelenler intiharın kurtarıcı yardımıyla, kapıyı açar, kurtuluşa doğru kaçarlar.



"İnsan" olma "bilme" ile gerçekleşmektedir. Bunun en yüce belirginliği de kendini bilmedir. "Kendini bilme" ne rastlantısal olarak, ne de daha önceki bir kararlaştırma ile ve ne de gaybî ilham, kalbî duyumsama veya iç ışıması ile olur. Başkası (L'autrui) ile yürüttüğü ilişkilerinden yola çıkarak insan, "ben" (Lemoi)e ulaşmaktadır. "Başka" olanı tanımakla ve duyumsamakla "kendisi"ni keşfetmektedir.



--------------------

--Ali Şeriati--


 


 


 


Ölü Mü Denir


 

 

 


Ölü mü denir şimdi onlara

Durmuş kalbleri çoktan

Ölü mü denir şimdi onlara

Kımıldamıyor gözbebekleri

Ölü mü denir peki

En büyük limanlara demirlemiş

En büyük gemiler gibi

Kımıldamıyor gözbebekleri

Ölü mü denir şimdi onlara.




 

 

 

 

 

 

 

Suratları gergin

Suratları kararlı

Belli ki çok beklemişler

Kabuğundan çıkan bir portakal gibi gelen sabahı

Suratları gergin

Bir savaş alanına benziyor suratları

Dudakları nemli

Son defa kendi etini öpüp

Yani son defa gerçek bir insan etini

Hazla kapanmışlar öyle

Geçirmiyor gövdeleri soğuğu

Geçirmiyor sıcağı da

Ve ikiye ayrılmış bir nehir gibi bacakları

Akıyorlar sonsuza

Ölü mü denir şimdi onlara.




 

 

 

 

 

 

 

Kimse hüzünlü olmasın

Sırası değil hüznün daha

Bir gün bir şehrin alanında

Bir mermer yığınının gözlerine

Omuzlarına düşerse bir çınar yaprağı

Hüzünlensin yaşayanlar o zaman

Sırası değil hüznün daha.




 

 

 

 

 

 

 

Öylesine sıkılmış ki yumrukları

İyice sıkılsın yumruklar

Saklansın diye bir armağan gibi bu katılık

Öylesine sıkılmış ki yumrukları

Kimse hüzünlü olmasın

Kimse hüzünlü olmasın diye

Sırası değil hüznün daha.




 

 

 

 

 

 

 

Unutulsun bir gövdeye duyulan hasret

Unutulsun bu alışılmış duyarlık

O kadar sade, o kadar kalabalık ki

Unutulmaya değer onların insan gövdeleri

Ve unutulmalı mutlaka

Dolsunlar diye yüreklere

Dolsunlar damarlara.




 

 

 

 

 

 

 

Ölü mü denir

Ölü mü denir şimdi onlara.

 

 

 

 

 

 

 

Edip Cansever

 


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Kaza Vİdeoları

 

 
 
Yeni Mesaj Var

Yeni Mesaj Var

 Adamın KAfasının Yarısı Yok Ama Yasıyor Ve Konusuyor Öldürmüyen ALLAH .C.C Öldürmüyor

Yeni Mesaj Var

Kazada Adamın Kafası Dagılmış Gözü Flian Hep Oyulmus Beyni Parcalanmış

Yeni Mesaj Var

Adamın yarısı kamyonun lastikleri altında ezilmiş ve hala yaşıyor

Yeni Mesaj Var

Çöp kamyonu altında kalan bir adamın dehşet verici görüntüsü

Yeni Mesaj Var

Adam KAzada Belden Asagısı Dagılmıs Kanlar İcinde

Yeni Mesaj Var

  Korkunç bir kaza ve adam yere yapışmış.Cesedi bir çöp torbasına koyup kaldırıyorla 

Yeni Mesaj Var

Bir Kaza Ve İnsanın Et Parcaları Yere Yapısmış Cok Vahim 

Yeni Mesaj Var

Arac Altında Kalan Bir Ceset Daha 

Yeni Mesaj Var

 MOTOR aRAB kaZASI vEDE kAN Gölü Olmuş Etraf

Yeni Mesaj Var

 Kanlar icinde can cekişiyor kaza Cok Veci 

Yeni Mesaj Var

 Korkunç bir kaza ve adam yere yapışmış.Cesedi bir çöp torbasına koyup kaldırıyorlar

Yeni Mesaj Var

Dehşet verici bir kaza ve paramparça olmuş bir kadının cesedi

Yeni Mesaj Var

Man lies in Shock with his Penis Ripped Off

Yeni Mesaj Var

Ağır yük kamyonu tarafından ezilen 19 yaşındakı genç kızın cesedi

Yeni Mesaj Var

Trenin altında kalarak parçalanan bir adamın cesedinin görüntüsü

Yeni Mesaj Var

Korkunç bir kaza sonucu kafası kesilen motosikletçi

Yeni Mesaj Var

Bir arabanın altında kalarak bacakları parçalan genç kız iç kanamadan öldü

Yeni Mesaj Var

Kaza yapan otobüsün içinde üst üste yığılmış cesetler

Yeni Mesaj Var

Korkunç kazada kamyonun altında kalarak can veren dört gencin dehşet verici görüntüsü

Yeni Mesaj Var

 Korkunç kazada kafası parçalanan bir çocuk ve diğer parçalanmış cesetler

Yeni Mesaj Var

Korkunç kazada adam paramparça olmuş.Organları caddeye saçılmış durumda

Yeni Mesaj Var

Korkunç kazada taksi şoförü ile yolcusunun bacakları kopmuş

Yeni Mesaj Var

Motosiklet kazası sonucu ölen genç bir kızın görüntüleri

Yeni Mesaj Var

OtobAnda meydana gelen dehşet verici kazada cesetler yola dağılmış durumda

Yeni Mesaj Var

 Dehşet verici bir kaza geçiren adamın kafası tamamen ezilmiş

Yeni Mesaj Var

Kaza sonrası yaşanan dehşet anları

Yeni Mesaj Var

 korkunç kaza bakabilirsen

Yeni Mesaj Var

Albert Desalvo

Yeni Mesaj Var

 www.azapyolu.blogspot.com

                                                                                               

Seri Katiller

 

SERİ KATİLLER

Ali Kaya
Allah beni çagiriyor. Hakkimi almak için ben Allah’in yanina gidip gelecegim.
                                                                Ali Kaya
Adnan Çolak

Yasli insanlari öldürüyorsam da bunlar zaten zamanlarini doldurmuslar. 
                                                        Adnan Çolak

Zodiac Killer

İnsanları öldürmeyi seviyorum, çünkü çok eğlenceli . 
                                                         
Zodiac Killer

Theodore Robert Bundy

Biz seri Katiller, oğullarınızız, kocalarınızız, biz her yerdeyiz.
                                    
Theodore Robert Bundy

Sniper John A Muhammad ve John Lee Malvo adli iki kisi oldugu düsünülen seri katiller.
                                                                   
Sniper
Richard Trenton Chase  Vampire Of Sacramento 6 kişinin canını almış bir seri katildir.
                                    
Richard Trenton Chase
Richard Ramirez  Night Stalker (GECE AVCISI) Sizi ahmaklar beni hasta ediyorsunuz. Intikamim alinacak.
                                               
Richard Ramirez
Peter Kürten  Almanya’nin Cologne sehrinde 26 Mayis 1883’te dogmustur. Berbat bir aile yapisi içinde büyüdü.
                                                       
Peter Kürten
 
Pedro Lopez Monsalve  1970’li yıllarda Kolombiya, Peru ve Ekvator’da 300 kişiyi öldürdüğü belgelenmişti. 
                                     Pedro Lopez Monsalve 
John Wayne Gacy  Ikinci karisindan bosandiktan sonra evine davet ettigi oglanlara tecavüz edip öldürmeye basladi.
                                             
John Wayne Gacy
 
Jeffrey Lionel Dahmer  “Onlari yedigimde içimde tekrar dirileceklerini umut ediyordum”
                                       
Jeffrey Lionel Dahmer
Henry Lee Lucas  “Birini öldürmek, sokağa çıkmak gibi bir şeydir. Eğer bir kurban istiyorsam, sokağa çıkar ve bir tane bulurum.”
                                                
Henry Lee Lucas
 
Harvey Murray Glatman  Muazzam bale fantezisi Kirmizi pabuçlar ile taninan Britanyali film yönetmeni .
                                     
Harvey Murray Glatman
Harold Shipman Bütün şüphelerin ötesindeki katil İngiliz Doktor Harold Shipman’ın 27 yıllık meslek hayatında 250 kişiyi öldürdüğü raporla belgelendi.                            Harold Shipman
Fritz Haarmann  HANNOVER VAMPIRI (1879-1925) Yirminci yüzyilin en kötü söhretli sehvet katili .
                                                  Fritz Haarmann
Elizabeth Bathory  Kan Emici Kontes 1560-1614 yillari arasinda yasamis olan Macar kontesi.
                                               
Elizabeth Bathory
Edmund Kemper  The Co-Ed Killer “Yalnizca büyükannemi öldürmenin nasil bir his oldugunu merak ettim” 
                                                
Edmund Kemper
Earl Leonard Nelson  “Bana haksızlık edenleri affediyorum” Namı diğer Goril Katil, Amerikan suç kayıtlarında tarihi bir yeri vardır.
                                         
Earl Leonard Nelson
Dr. Henry Howard Holmes  Dünyaya gözlerimi açtığım yatağın yanında şeytan benim arkadaşım olarak beklemekteydi ve o günden beri benimle beraber.                Dr. Henry Howard Holmes
Dennis Nilsen  “Ölümlere sebep olan rüyalar üretiyordum. Benim suçum buydu“
                                                     
Dennis Nilsen
David Berkowitz  “Onlari incitmek istemedim. Onlari sadece öldürmek istedim”
                                                   
David Berkowitz
Charles Starkweather ve Caril Fugate  Kiz arkadasi Caril Fugate ile birlikte 50’lerin sonunda bir düzine insani öldürmüstür.
            
Charles Starkweather ve Caril Fugate
Charles Manson ve Ailesi  “Bana tepeden bakarsaniz, bir aptal görürsünüz. Bana asagidan bakarsaniz, tanrinizi görürsünüz. Bana tam karsimdan bakarsaniz, kendinizi görürsünüz”
                                 
Charles Manson ve Ailesi
Cary Stayner  Yosemita Katili olarak bilinir. Yosemite’da bulunan Naturist Ulusal Parkta ve yakinlarinda toplam 4 kadini öldürmüstür.
                                                       
Cary Stayner
Edward Gein (Ed Gein)  “Bana doğru gelen güzel bir kız görünce iki şey düşünürüm. Bir yanım onunla çıkmak ona gerçekten iyi hoş davranmak gerektiği gibi davranmak ister. Öteki yanım mızrağın ucuna geçirilmiş kafasının nasıl görüneceğini.”          Edward Gein (Ed Gein)
Carl Panzram  “Keske tüm insanligin tek bir boynu olsaydi ve o da benim elimde olsaydi”
                                                     
Carl Panzram
Berham  Tam 931 kişiyi beyaz ve sarı renkli bir kumaş parçasıyla boğarak öldürmüştür.
                                                               
Berham
 
Andrew Phillip Cunanan  “İnsanlar beni tanımıyor. Tanıdıklarını sanıyorlar ama, tanımıyorlar” 
                                   Andrew Phillip Cunanan
Andrei Romanovich Chikatilo  “Yaptıklarımı cinsel bir tatmin için değil, daha çok huzur bulabilmek için yaptım” 
                          Andrei Romanovich Chikatilo
Albert Desalvo  Boston Strangler-Boston Kasabı-Boğucu 1931 -1973 “Ben mi? Ben kadınlara zarar vermem. Ben kadınları severim.”
                                                   
Albert Desalvo
Aileen Wuornos  Hitchhiker Serial Killer (Otostopçu Seri Katil) Ben masumum. Umarım size de tecavüz ederler bok çuvalları. 
                                                 Aileen Wuornos
                                                                                     

Reklam

 

Felsefe Köşesi

 

 
 
Yeni Mesaj Var

Özgürlüğün Şeytanları

Yeni Mesaj Var

 Karalama Aklama

Yeni Mesaj Var

Nükleer'e Hayır

Yeni Mesaj Var

Delilik Ve Ölüm Sınırında

Yeni Mesaj Var

Selamiler

Yeni Mesaj Var

Unutulmayanlar

Yeni Mesaj Var

  Zımbırtı 

Yeni Mesaj Var

Kaos Teorisi 

Yeni Mesaj Var

Fimlerden Alıntı Sözler 

Yeni Mesaj Var

 Seri Katillerden Alıntılar

Yeni Mesaj Var

 En Vahşi 9 İnsan 

Yeni Mesaj Var

 Ünlü Düsünürlerden

Yeni Mesaj Var

Özlü Sözler

Yeni Mesaj Var

www.azap-yolu.blogspot.com

                                                                                               

Reklam Alanı