Uyarı.!!
- Dikkat! Türkiyenin en Büyük Türkçe Ogrish Gore Sitesine Girdiniz.
- Giriş Yaptığınız Site +18 Olup Korkutucu,Ürkütücü İçerik Bulundurmaktadır.
-18 yaş altındakiler siteye giremezler.Sizlere diğer sitelerde gezinmenizi öneririm.
- Eğer 18 altıysan derhal bu siteyi terketmelisin..İçerik çeşitli problemlere ve psikolojik sorunlara neden olabilir.
- Kimi içerik sizi şiddete sürükleyebilir..Bu nedenle doğacak problemlerden kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
- Tüm dünyadaki gerçek,garip,dehşet ve korku içerikli görüntü ve resimler site içerisinde ve sansürsüz yayınlanmaktadır.
19 Aralık 2008 Cuma
ozlu sozler
"Başkalarının bilgisi ile bilgin olsak bile ancak kendi aklımızla akıllı olabiliriz." (Montaigne)
"Ben,bilmediğimi bildiğim için diğer insanlardan akıllıyım." (Sokrat)
"Alışkanlıkların zincirleri, önce duyulmayacak kadar hafif, sonra kırılamayacak kadar güçlü olurlar."(Benjamin Dizraelli)
"İnsanlığın büyük ve muhteşem eseri, bir amaçla yaşamayı bilmektir. (Montaigne)
"Aşkın ilk soluğu mantığın son soluğudur."(Antoine Bret)
"Seven yaratmak ister, çünkü küçümser. Sevdiğini küçümsemeyen aşktan ne anlar?"(F.Nietzsche)
"Sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyüktür ki, bir bütün olarak içimize sığmaz;sevdiğimiz insana doğru yayılır."
(Marcel Proust)
"Erkekler kadınların ilk aşkı, kadınlarda erkeklerin son aşkı olmak isterler."(Oscar Wilde)
"Her gün birbirini görmenin tadı başka, ayrılıp kavuşmanın
tadı başka"(Montaigne)
"Ayrılık içinde insanın gözünü açıp kapayıncaya kadar geçen zaman yıl gibi gelir."(Mevlana)
"Suçu bağışlayan asildir, ancak özür dileyen daha asildir."
(Alphons Daudet)
" Ney'sen, O OL !!!" (F.Nietzsche)
"Barışı sevin, kini ve kavgayı bir tarafa atın.Çünki Bunlar Kötülüklerin Anasıdır."(A.Tscherming)
"Okunu hedeften öteye atan okçu, okunu hedefe ulaştıramayan okçudan daha başırılı değildir."(Montaigne)
"Başarı belki insana çok şey öğretmez,fakat başarısızlık çok şey öğretir."(Çin Atasözü)
"İyi bir başlangıç,yarı yarıya başarı demektir."(Andre Gide)
"Genellikle dayak atana kızar, dayak yiyene acırız.
Bu ikisinden birinin yerinde olsaydık acaba hangisini kabul ederdik?"(Cenap Şehabeddin)
"Başkası düştü mü, "çürük tahtaya basmasaydı" deriz.Kendimiz düşünce,bastığımız tahtanın çürük çıkmış olmasından şikayet ederiz."(Cenap Şehabeddin)
"Bazı kişiler henüz benliklerini bulamadıklarını söylerler.Ama benlik insanın bulduğu değil yarattığı bir şeydir."
(Thomas Szasz)
"Bilgi insanı şüpheden, iyilik acı çekmekten, kararlı olmak Korkudan kurtarır."(Konfüçyüs)
"Her bildiğini söyleme,fakat her söylediğini bil ."
(Marcel Lenoir)
"Aradığını bilmeyen, bulduğunu anlayamaz."
(Cladue Bernard)
"Faydalanılmayan bilgi, harcanmayan Ve hiç kimseye hayrı dokunmayan define gibidir."(Hadis)
"Bilgili bir ahmak, cahil bir ahmaktan daha çok ahmaktır."(Moliere)
Unlu Dusunurlerden Sozler
ÜNLÜ DÜŞÜNÜRLERDEN
DESCARTES
Düşünmeden konuşmanın cezası sonradan düşünmeye mahkum olmaktır.
GIBBON
Hayatta hiç hata yapmamış birisi zaten hiçbir işe başlamamış demektir.
HENRY FORD
Hayatta hiçbirşeyden korkmayın yalnız;herşeyi anlamaya çalışın. MARİE CURİE
İnsanlar tecrübeleri oranında değil tecrübelerinden aldıkları dersler oranında olgundurlar.
BERNARD SHAW
İnsan aklın snırlarını zorlamadıkça hiçbir şeye erişemez.
ALBERT EINSTEIN
Olgun insan yapabileceğini söyleyen ve söylediğini yapan insandır.
KONFİÇYUS
Gerçek arkadaş sağlık gibidir.Değeri ancak o yok olunca anlaşılır.
CERVANTES
Sözcüklerin gücünü anlamadan insanların gücünü anlayamazsınız.
KONFİÇYUS
İnsanların yapabileceği en büyük fenalık kendisine olan güvenini kaybetmesidir.
RİCHARD BERNEDİCİ
İnsansal öz, tek tek her bireyin doğasında bulunan bir soyutlama değildir. Gerçekliği içersinde, bu, toplumsal ilişkilerin bütünüdür.
KARL MARX
En Vahsi 9 İnsan
1790-1840 döneminde Thug mezhebinin lideriydi we 931'den fazla insanı boğarak kurban ettiği sanılıyor.
------------------------------------
2-KONTES ERZSEBET BATHORY
Macaristan'da 1610 yılına kadar olan dönemde Bathory(1560-1614)genç kızların kanlarını içmenin onu yaşlanmaktan kurtaracağını sanarak 330-650 kızı öldürdü.Kontes Dracula olarak tanınan bu kadın 1611'de tutuklandı,mahkemede suçlu bulundu 21 Ağustos 1614'te kendi şatosunda öldü.
------------------------------------
3-PEDRO ALONSO LOPEZ
Kolombiya canawarı ya da And canawarı olarak da tanınan 1980'de yakalanıncaya kadar Colombia,Ekvador we Peru'da 300'den fazla genç kızı öldürdü.Onu Peru'da Atacucho kızılderilileri yakaladılar.Lopez onların çocuklarını kaçırıp bir kadın misyonerin de yardımıyla Ekwator'a ***ürmüştü.Lopez tutuklandıktan sonra polisleri 53 kurbanının mezarına ***ürdü.Bir nehir taştığı zaman,Lopez'in kurbanlarının cesetleri ortaya çıkıyor.Bir ******n inşaat alanlarında toprak altında kaldığı sanılıyor.
------------------------------------
4-WILLIAM ESTEL BROWN
Brown, 17 Temmuz 1961'de yıllar önce 18 mart 1937 tarihinde Teksas'ta Nw London'daki okulunun zemin katındaki gaz borularını bilerek gevşettiğini we böylece 282 öğrenci we 24 öğretmenin ölümüyle sonuçlanan patlamaya neden olduğunu itiraf etti.
-----------------------------------
5-GILLES DE RAIS
Çok tanınmış we zengin bir Fransız soylusu olan de Rais(doğumu 1404)60-200 ****** kaçırıp öldürmekle suçlanmıştı.De Rais,25 Ekim 1440'da Nantes'de boğazlanarak öldürüldü we cesedi yakıldı.
------------------------------------
6-HERMAN WEBSTER MUDGETT
Mudgett (doğumu 1860)Chicago'da 63'üncü caddedeki şatosunda 150'den fazla kadını kandırıp getirdiğine we burada onları işkenceyle öldürdüğüne inanılıyor.27 cinayet işlemekle şuçlanan Mudgett 7 mayıs 1896'da idam edildi.
------------------------------------
7-BRUNO LUDKE
Ludke (doğumu 1909) 1928 we 29 ocak 1943 tarihleri arasında 85 kadını öldürdüğünü itiraf etmişti sawaş sırasında 8 nisan 1944'te Viyana'da bir hastanede iğneyle öldürüldü.
------------------------------------
8-WOU BOM-KON
Görevinden alınmış bir polisti 26-27 Nisan 1982 tarihlerinde Güney Kore'de iyice sarhoş olup tüfekler we patlayıcılarla sağa sola saldırdı 57 kişiyi öldürdükten sonra bir dinamit patlatarak kendini havaya uçurdu.
------------------------------------
9-TED BUNDY
Dokuz yıl cezaevinde bekledikten sonra Bundy,24 ocak 1989'da Flarida Eyalet Cezaevi'nde idam edildi.12 yaşındaki Kimberley Leach'i öldürmekten suçlu bulunmuştu.Cezasının infazından bir kaç saat önce polise 23 cinayet işlediğini itiraf etti.Polis onun 36 kızın katili olduğu kanısındaydı.Ted Bundy,100 kişiyi öldürdüğünü iddia etti..
Seri Katillerden Alinti sozler
SERI KATILLERDEN ALINTILAR
"Fahişeleri öldürmek bende saplantı olmuştu. Kendimi durduramıyordum.
Uyuşturucu gibiydi."
Peter Sutcliffe
"Ben sadece sokakları temizliyordum."
Peter Sutcliffe
"İnsanlar kurtçuklara benzer. Küçük, kör ve değersiz."
David Smith
"Bana göre bir ceset, canlı bir bedenin taşıyamayacağı bir güzellik ve saygınlık taşır."
John Christie
"Ölümlere sebep olan rüyalar üretiyordum, benim suçum buydu."
Dennis Nilsen
"İnsanların dikkatini çekecek ve dünyayı ayağa kaldıracak bir suç işlemek istiyordum."
Susan Atkins
"Ben kimseyi öldürmedim, kimseyi öldürtmedim, bıçaklarıyla üzerinize gelen çocuklar, onlar sizin çocuklarınız, onlara ben öğretmedim. Siz öğrettiniz."
Charles Manson
"Bana yukarıdan bakarsanız aptalın tekini görürsünüz.
Bana aşağıdan bakarsanız tanrıyı görürsünüz.
Bana tam karşıdan bakarsanız, kendinizi görürsünüz."
Charles Manson
"Bana kadın düşmanı olarak hitap etmeniz beni derinden yaralıyor.
Değilim, ben bir canavarım. Ben Sam’ın oğluyum. Ben küçük yaramaz bir çocuğum."
David Berkowitz
"Onları incitmek istemedim. Onları sadece öldürmek istedim."
David Berkowitz
"Ben hasta bir insanım bunu biliyorum. Normal biri benim yaptıklarımı
nasıl yapabilir? Sanki içimde başka biri var gibiydi."
Albert de Salvo
"Fahişeleri öldürmek istemedim, fahişeleri severim."
Albert de Salvo
"Belki bir parça tuhafım."
George Joseph Smith
"Bir palyaço bile katil olabilir."
John Wayne Gacy
"Disneyland’da görüşürüz."
John Wayne Gacy
"Her insanın kendi zevkleri vardır. Benimkide cesetler."
Henry Blot
"20 kişiyi öldürdüm. Kanı severim."
Richard Ramirez
"Zamanımı gerçekten boşa harcadım."
Jeffrey Dahmer
Son sözleri (cellâdına)
"Acele et. Sen etrafta ahmakça dolaşırken, ben bir düzine adamı asardım."
Carl Panzram
"Yaşayan bedenindeki soluğu hissediyorsun. Onların gözlerine bakıyorsun. Bu pozisyondaki insan tanrıdır."
Ted Bundy
"Yaşama ve ölüme hükmetmek istiyorum."
Ted Bundy
"Bir insanın ölüm ve yaşamına karar verebilme gücünden daha büyük ne olabilir ki?""
Ted Bundy
"Ben şimdiye kadar karşılaştığınız en soğukkanlı katilim."
Ted Bundy
"Bazen kendimi vampir gibi hissediyorum."
Ted Bundy
"Biz seri katiller sizin oğlunuzuz ve sizin kocanızız biz her yerdeyiz. Ve gelecekte daha çok çocuğunuz ölmüş olacak."
Ted Bundy
"Sokakta yürüyen güzel bir kız gördüğünde ne düşünürsün?
Bir tarafım onunla flört etmeyi, onunla iyi vakit geçirmeyi,
diğer tarafım ise kazığa geçirilmiş kafasının nasıl duracağını düşünür."
Edmund Kemper .
Fimlerden Alinti Sozler
Beni niye sevmezsiniz!?ki
Takintilarimiz hepimizi sinifta birakabilir!
~Confession . Cold~
Bazi insanlari sirf gozum tutmadigi icin, ya da yaptiklari tek bir hareket yuzunden sifirla carpabiliyorum ya onyargili bi sekilde, nasil da kahraman oldugumu kanitlamiyor mu?
~We can be Heroes . Wallflowers~
Mesela ev arkadasimla tanismadan once, -sadece koskoca okulda- sirf benimle ayni ayakkabiyi giyiyo diye ona resmen gicik oluyodum. Nerden bilebilirdim ki, hayatimin kadinlarindan biri olacak !? Sokaktaki insanlarla Kizilay dagitmis gibi karsilasmak hic de guzel bisig degil.
~Invincible . Muse~
Beni de bazi zikindirik sebepler yuzunden sevemeyen insanlar var.
Pasa keyifleri bilir.
Diyelim ki, bana kolonya uzattirsaniz sizden igrenerek geri cekildigimi sezinleyebilirsiniz.
~The Outsider . A Perfect Circle~
Uzattiginiz sey kagit olursa ve sakarlikla o kagit elimde kendisi kadar ince bir kesik yaratirsa, sizin yuzunuzden oldugunu dusunup 3 gun konusmayabilirim sizinle. Cunku o kagit kesiginin meydana geldigi an icimden butun sinirlerim bir bir cekliyo gibi hissediyorum.
Yalan degil!
~Celestical the Tower . Isis~
Doktugum seker tozlarini isaret parmagimla bir araya toplayip, parmagima yapistirdiktan sonra parmaklarimi birbirine surtercesine onlardan kurtulup, sizi gerebildigimi farkedebilirim.
Endiselenmeyin.
~The Master & Margaritta . The Tea Party~
Bana boza ya da saglep gibi seyler ismarlamaya kalkarsaniz sirf sperme benzettigim icin uzerinize kusarim.
Hic cekinmem.
Isterseniz bahsetmeye kalkin.
~Yummy Down on This . Bloodhound Gang~
Beni; yanip sonen isigi yuzunden telefonunuzu ortadan kaldirmayi planlarken buldugunuzda, en pic bakislarimi birakirim gozleriniz icine. Oysa ki siz telefonuma dokunmaya kalktiginizda ise benden sogumaniza sebep olabilirim.
~Faceless . Diablo~
Sinamaya kalktiginizda ise, dilimdeki en sivri laflari sokuveririm kulaginiza. Hele ki hemcinsim degilseniz.
Cok tehlikeli olabilir.
Zedelemek istemem sizi.
~The Beginning and The End . Hatesphere~
Yedigim dudaklarim ve dalginlikla oynadigim saclarim sehvetle edepsiz tavirlar sergilese de, tirnak etlerimi yemeye basladigimda, bu goruntuyu aniden darmadagin edebilirim.
~The Things Within . Dogoba~
Hakkinda fikir sahibi olmadigim konularda konusmadigimdan, beni cok sessiz bulabilir, ortaminizin en gotu kalkmis ve soguk yaratigi olabilirim.
~Blow Me Away You . Gojira~
Cok sevdiginiz el sakalarindan birini uzerimde denediginizde o an, belki de dunyada sizden baska gereksiz bir insan daha olmayacaktir benim icin.
~Echelon . 30 Seconds to Mars~
Sabah uyandigimda kocaman olmus gozlerimden suzulen makyaji temizlemek niyetine, o zaafim olan aynanin karsisindan ceklimek kolay olmadigindan, uzun sure banyonuzu isgal edebilirim.
Kapiyi tiklatmaniz yeterli.
~Monday Morning . Rialto~
Siz konusurken karsinizda mirildandigimi gordugunuzde ise, sizi dinlemedigimi dusunur konusmayi yarida keserek derdimi anlamaya calisip, kizmaya baslarsiniz.
Oysaki tek derdim arka fona ezgi yaratmaktir.
Deli mi ne o.O
Ha bir de konusmanizin ortasinda yuzumde alakasiz bir gulumseme gorebilirsiniz. Bisigler cagrisim yapmistir okadar!.
~From My Heart . Ektomorf~
Yardim isteyip 1dk. sonra yanimda olacaginizi soylediginiz halde yanimda bulunmazsaniz, sizi eskitebilirim.
~Out of Time . Blur~
Bulundugum an ne isle ugrastigimi gordugunuz halde 'A Na'piyosun ?' gibi salak sacma sorularla bana geldiginizde de size hic acimam.
~The Hand that Feeds . NIN~
Cinsiyetiniz hala erkekse ve buna ragmen hala daha beyaz pantolon giyiyorsaniz, gozunuzun yasina bakmam.
~Somebody Told Me . The Killers~
Oyle şakada şukada caylarinizi, kahvelerinizi karistirdiginiz sirada cikardiginiz ses yuzunden de beni sevmeyeceginiz tutabilir.
~Bullets . Creed~
Ve farketmezssiniz ki aslinda, bunlar beni ne kadar mutlu eden minik, zararsiz ayrinti kaynaklaridir
Rahat olun, rahat olalim..
~Who Can I Trust(Prayer)? . Ektomorf~
Kaos Teorisi
Kelebek Etkisi
bir sistemin başlangıç verilerindeki ufak değişikliklerin, büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilmesine verilen isimdir. İsmi, Edward N. Lorenz'in hava durumuyla verdiği örnekten geliyor: Amazon Ormanları'nda bir kelebeğin kanat çırpması, Avrupa'da fırtına kopmasına sebep olabilir.
Kelebek Etkisi'ni 1963 yılında Edward N. Lorenz bilgisayarıyla hava durumuyla ilgili hesaplar yaparken buldu. İlk hesaplamasında 0,506127 sayısını başlangıç verisi olarak kullandı. İkinci hesaplamada ise 0,506 sayısını verdi. İki sayı arasında sadece yaklaşık 1/1000 (binde bir), yani bir kelebeğin kanat çırpmasının yarattığı rüzgârla eşdeğerde fark olmasına rağmen, süreç içinde ikinci hesap birinci hesaba karşın çok farklı neticeler verdi.
Not: Lorenz'in 1963'te yayınlanan orijinal araştırması bir martının kanadını çırpmasının, hava durumunu sonsuza dek değiştireceğinden bahsetmektedir. Daha sonra verdiği konferanslarda Lorenz martıyı daha romantik olan kelebek ile değiştirdi. Ayrıca binde birlik fark ile kelebeğin kanat çırpmasının yarattığı rüzgarın arasında bilimsel bir ilişkinin olduğundan bahsettiğini zannetmiyorum, bu sebeple eşdeğer kelimesi yukarıdaki paragrafta doğru kullanılmamıştır. Aşağıdaki resim, Lorenz diferansiyel denkleminin AB-3 metodu kullanılarak simule edildikten sonra x ve z eksenlerinin birbirine karşı çizilmesi ile elde edilmiştir. Bu sonuç birçok kişi tarafından bir kelebeğe benzetilmektedir.
Bir mıh bir nalı kurtarır
Bir nal bir atı kurtarır
Bir at bir yiğidi kurtarır
Bir yiğit bir orduyu kurtarır
Bir ordu bir savaşı kurtarır
Bir savaş bir ülkeyi kurtarır’’
Anonim
Yukarıdaki tekerleme ile kaos teorisi arasındaki bağlantı nedir diye sormayın.
Teoriyi açıklayınca mıh -yani eski dilde çivi- ile bir ülke arasındaki
bağlantıyı göreceğiz. Şimdilik çiviye başlangıç değeri, ülkenin kurtulmasına
da sonuç diyelim ve kaos teorisini açıklamaya başlayalım.
Kaos kelimesi insanda pek de hoş olmayan çağrışımlar yapar. Karmaşıklık,
belirsizlik ve hatta anarşi. Bilimde ise kaos kelimesi belirlenemezlik
olarak kabul edilir. Yani günlük yaşamda kullanımı ile bilimde kullanımı
oldukça farklıdır.
Bilim dünyasında yüzyıllarca doğanın öngörülebilir yani determinist olduğu
düşüncesi yaygındı. Eğer bir doğa olayını matematiksel olarak modellerseniz
basit neden sonuç ilişkisine göre sonucu öngörebilirsiniz. Yani olan bir
şey rasgele olmaz. Bu fikir doğrudur da aslında... Bir çok doğa olayının
tam anlamı ile tanımlanmış matematik modelleri vardır. Determinizm ilkesine
göre bu matematiksel ifadelere gerekli değerleri koyduğunuzda sonucu elde
edersiniz. Fakat bir sistemin determinist olması onun öngörülebilir olması
anlamına gelmez. Garip ama gerçek.
Hikayemiz ENIAC ile başlıyor. 1940’ların sonuna doğru balistik hesaplamalar yapmak için ilk bilgisayar ENIAC geliştirildiği zaman bilim dünyasını büyük bir iyimserlik ve heyecan kaplamıştı. Bu günkü bilgisayarlardan farklı olarak ENIAC bir odayı dolduracak kadar büyüklükte ve tonlarla ifade edilen ağırlıktaydı. Yine de bu hantal alet yeni ufuklar vaat ediyordu. Özellikle meteoroloji alanında herkes heyecanlıydı. Bu aşırı iyimserliğin ve umudun nedeni şuydu; eğer elinizde bir saniyede binlerce toplama, çıkarma, bölme ve çarpma vs. yapabilen bir makine varsa gelecekteki hava durumunu tahmin etmek içten bile değildi. Yapmanız gereken tek şey bir akışkan olan hava için kullanılan matematiksel fonksiyonların değerlerini bilgisayara girip sonucu bulmaktı. Determinizm ilkesine göre sıcaklık öngörülebilir bir şeydir çünkü tüm akışkanlar ve tabi ki hava navier-stroke denklemlerine göre davranırlar. Bu günün hava sıcaklığı, rüzgarın hızı vs. ertesi günkü hava sıcaklığını ve rüzgarın hızını verir. Ertesi günkü havanın sıcaklığını, rüzgarın hızı ise bir sonraki günün havanın sıcaklığını verecektir. Yani navier-stroke fonksiyonuna f dersek ve pazartesi günkü hava sıcaklığına Sıcaklık-pazartesi dersek, bir hafta içinde herhangi bir yerdeki havanın sıcaklığı söyle olacaktır;
sıcaklık-Salı= f(sıcaklık-Pazartesi)
sıcaklık-Çarşamba= f(sıcaklık-Salı)= f(f(sıcaklık-Pazartesi))
sıcaklık Perşembe= f(sıcaklık-Çarşamba)= f(f(f(sıcaklık-Pazartesi)))
sıcaklık-Cuma= f (sıcaklık-Perşembe)= f(f(f(f(sıcaklık-Pazartesi))))
vs.
Yukarıda yapılan işleme matematikte iterasyon deriz. Havanın sıcaklığı ve rüzgarın hızını belirleyen fonksiyonun sonucunu bulmak oldukça karmaşıktır ve bir insanın yapamayacağı kadar çok bölme ve çarpma içerir. Düşünce çok basitti; bir insanın yapamayacağı kadar çok hesaplamayı bilgisayar yapacaktı ve biz bir sene sonraki havanın sıcaklığını nasıl olacağını bilecektik. Yeni bir çağ başlıyordu. Her şey çok harika görünüyordu ama ufak bir sorun vardı.
Havanın sıcaklığını veren fonksiyon lineer yani doğrusal değildir ( non-lineer). Lineer bir fonksiyonda değişkenin küpünü, karesini, kare kökünü ya da sinüs fonksiyonunu almazsınız. Değişken sade bir kahve gibi durur. Lineer bir fonksiyonda örneğin f(x)= 2x +1 gibi, x’in değerini 2’den bir artırıp 3 yaparsanız fonksiyon 5’den 7’e çıkar yani iki artar. Aynı şekilde 3’den 4’e çıkartırsanız 2*4+1= 9 olur yani yine iki artar. Bu böyle hep iki arta arta gider. Şimdi fonksiyonu non-lineer yani doğrusal olmayan yapalım yani f(x)= 2*x*x + 1 yaparsak 3’den 4’e 2*16+1=33, 2*9+1= 10, yani 23 artar. 4’den beşe çıkarsak 2*25+1= 51 olur. Yani artış doğrusal ve orantılı olmaz.
Gerçek dünyada lineer yani doğrusal bir fonksiyonla açıklanabilen doğa olayı yok denecek kadar azdır. Doğa doğrusal değildir (non-lineerdir). İşleri kolaylaştırmak için fonksiyonlar sanki doğrusalmış gibi basitleştirilir. Bu tembellikten kaynaklanmamaktadır. Doğrusal olmayan fonksiyonlar, bilim insanları için hayatı çok ama çok zorlaştırmaktadırlar. Bilgisayar bulununcaya kadar doğrusal olmayan fonksiyonlarla uğraşmak neredeyse imkansızdı. Şimdi kaosa geri dönelim.
Edward Lorenz adında bir meteoroloji araştırmacısı hava tahmini için bilgisayarını kullanarak (bu bilgisayarın değil faresi, klavyesi ve hatta delikli kartı bile yoktu, veriler bazı elektrik anahtarlarını açıp kapatarak giriliyordu) basit bir hava tahmin programı yapmaya çalışıyordu. Bu program için Navier-Stroke denklemini oldukça basitleştirmişti ve bu basitleştirilmiş ama hala doğrusal olmayan (non-lineer) fonksiyon üzerinde yukarıda anlattığımız gibi bir fonksiyonun iterasyonunu bilgisayar kullanarak yapıyordu. Sonra da bilgisayardan bulduğu sıcaklık değerlerini bir grafikte gösteriyordu. Bu grafikte yatay düzlemde günler, düşey düzlemde ise sıcaklık vardı. Bu normal iniş çıkışları olan sıradan bir grafik veriyordu. Lorenz tesadüf eseri ortada bulunan bir sıcaklık değerini yuvarlayarak fonksiyonu tekrar çalıştırdı. Bilgisayara sıfırdan sonraki üçüncü basamaktaki değeri yuvarlamasını söylemişti; yani bilgisayar 15.4086 derece sıcaklık değerini 15.409 yapıyordu. günlük yaşamda 15.409 derece ile 15.4086 arasındaki 0.004 derece önemsenmeyecek kadar ufaktır. Evinizdeki termometre bunu ölçemez zaten. Bilimsel araştırmalar için kullanılan en hassas termometrenin bile hassasiyeti bu kadar küçük bir farkı yakalayamaz. Zaten bu fark da ölçüm gürültüsü olarak kabul edilir. Bir insan olarak da bu sıcaklık farkını algılayamazsınız. Bu demektir ki en küçük adımı bir metre olan bir kişi, bir yeri adımla ölçerken 10 santimlik bir mesafeyi ölçemez.
Bu kadar ufak bir değişiklik (yani 0.004 derece) bir odaya konulan bir kelebeğin vücut sıcaklığı yada kanat çırpmasıyla havanın hızında yaratabileceği değişikliğe karşılık gelir.
Lorenz sağduyulu davranıp bu kadar ufak bir değişikliği tabi ki göz ardı etti ve fonksiyonu bilgisayarda yeniden çizdirdi. Normalde başlangıç değerleri arasında 0,004 derece kadar bir fark olan iki fonksiyonun sonuçları arasında bir fark olmaması beklenirdi. Yani x’deki değişiklik o kadar ufaktı ki fonksiyondaki değişiklik olmaması ya da gözle görülür bir değişiklik olmaması beklenirdi. Yani başlangıç değerini (pazartesi ölçülen hayali sıcaklık) 15.4086 derece yada 15.4090 aldığınızda otuz gün sonraki sıcaklığın aynı olmasını beklersiniz değil mi? Bu kadar ufak bir sıcaklık farkı değişiklik yapmaması gerekir, değil mi?
Lorenz de sizin gibi düşünüyordu. Zaten sağduyulu düşününce böyle olması gerekmez mi? Bu yüzden otuz gün sonraki sıcaklıkta farklı başlangıç değerleri için çok büyük farkı görünce önce bilgisayarın bozulduğunu düşündü. Çünkü her iki fonksiyon başlangıçta önce birbirine çok yakın hareket ediyor (ki beklenen de budur) fakat sonra birbirlerinden uzaklaşıyorlar ve ortaya bambaşka iki farklı fonksiyon çıkıyordu. Bu hiç ama hiç beklemediği bir sonuç olduğu için, Lorenz önce bilgisayarını kontrol etti. Bulduğu sağduyuya uyan bir sonuç değildi. Tekrar tekrar kontrol ettikten sonra bilgisayarında ve programda hata olmadığını görünce bunu bir makale olarak yayınladı. Kaos ya da non-lineer dinamik biliminin başlangıcı olan bu makale sadece meteorologlar için yayınlanan bir dergide unutulup kaldı. Fakat sonra yeniden keşfedildi ve kaos teorisinin başlangıç noktası olarak kabul edildi.
Lorenz’in bilgisayarda bulduğu sonuçlardan çıkardığı sonuç şuydu;
Doğru ve güvenilir bir uzun vadeli hava tahminini asla yapamazsınız. En sağlıklı hava tahmini belli bir süreyi aşamaz çünkü uzun vadede hava tahmini kaotik davranır. Çok hızlı ve gelişmiş bilgisayarlarınız olsa bile, başlangıçta değerindeki çok ama çok ufak bir sapma bizi çok farklı sonuçlara götürecektir.
Başlangıç değerine aşırı hassasiyet daha sonra “kelebek kanadı etkisi” olarak adlandırıldı. Yani sakin bir ada da perilerle dolu huzur içindeki bir ormanda mutluluk içindeki bir kelebeğin kanat çırpışı yüzlerce kilometre uzaklıktaki korkunç bir fırtınaya yol açabilecek değişikliğe neden olabilir. Bu bir fantezi yada kurgu değildir yukarıda gösterdiğimiz gibi bilimsel bir gerçekliktir. Eğer kelebek kanatlarını çırpmasaydı, modelimize göre fırtına çıkmayacaktı.
Kaos sadece meteoroloji alanında değil hayatın her yerinde var. Kanada’daki vaşak popülasyonunun gösterdiği değişikliklerden, borsa endeksinin iniş çıkışları, bir fincan kahveye damlattığınız süt damlasının alacağı şekil ve bir kül tablasında duran sigaradan çıkan dumanın alacağı şekil hep kaotiktir. Keyifle tüttürdüğünüz sigaranın dumanının alacağı şekli, en gelişmiş bilgisayar bile önceden tahmin edemez çünkü başlangıç koşullarını belirlemek mümkün değildir. Tütündeki ufak bir hava boşluğunun boyutları ya da dış sıcaklıktaki çok ufak bir değişiklik sigara dumanında hiç umulmadık değişikliklere yol açabilir. Bu yüzden hiçbir sigara dumanı bir diğerine benzemez.
Kaosun etkisi yaşamımızda ufak tesadüfler olarak kendini ortaya koyar. Hayali durumlar yaratabilirsiniz. Diyelim ki bir otobüste gidiyorsunuz ve yanınızda sevimli bir yaşlı teyze var. O sırada otobüse binen bir başka teyzeye yer veriyorsunuz. İki yaşlı teyze tatlı bir sohbete dalıyorlar. Siz de onlara bakıp gülümsüyorsunuz ve otobüsten iniyorsunuz. Bu noktadan sonra ne olduğunu siz bilmiyorsunuz. Hikayeyi bu noktadan sonra herkesin kabul edebileceği makul sınırlar içinde devam ettirebiliriz. İki yaşlı teyze ahbaplıklarını ilerlettikten sonra, evlerinin birbirlerine yakın olduğunu öğrenince tekrar görüşmek isterler. Evlerine gidip gelirler ve aralarında bir dostluk gelişir. Sonra torunları da tanışır ve evlenirler. Siz farkında olmadan iki insanın evlenmesine yol açan olaylar dizisini başlattınız. Yani kanadını çırpan kelebek bu örneğimizde sizsiniz.
Örneklerimizi tarihsel olaylara da taşıyabiliriz. Adolf Hitler’i sürekli döven alkolik babası, doğru dürüst bir baba olsaydı yakın tarih nasıl olurdu? Bir Sırp milliyetçisinin Avusturya veliahtına suikast yapmasıyla birinci dünya savaşı başlamıştır. Örnekleri çoğaltmak mümkün ama ne demek istediğimi anladınız sanırım.
Yazının en başında verilen tekerleme benzeri özdeyişte görülebileceği gibi, günlük yaşamdaki bu kaotik etkinin çok eskiden beri insanlar farkındaydı. Kaosun bir bilim halini gelmesi için bu yüzyılı beklemek gerekiyordu.
Gördüğünüz gibi çok ufak etkiler çok büyük sonuçlar doğurabiliyor. Kelebek kanadı umduğunuzdan çok daha güçlü ve tabi ki sizde sandığınızdan çok daha önemlisiniz. Kaos teorisini kavramak sizde ne gibi etki yapar bilemiyorum. Ama en azından biraz daha nazik ve sevecen olmanın bilimsel açıdan daha doğru olduğunu görebilirsiniz.
Ahlaki yönü dışında kaos teorisinin bize öğrettiği bir şey daha var: geleceği kimse bilemez ve belirleyemez. Ne kadar ince planlarsanız planlayın, şu anın dokusunda yer alan ufak bir kelebek kanadının çarpması bütün her şeyi baştan aşağı değiştirebilir.
Diyelim ki bir süper güçsünüz ve geleceği kendi çıkarlarınıza göre belirlemek istiyorsunuz. Kontrol edemeyeceğiniz o kadar çok şey var ki... Örneğin bir yerlerde perilerle dolu, huzur dolu bir ormandaki mutlu kelebeğin kanadının ne zaman ve ne şekilde çarpacağını belirleyemezseniz, geleceği de belirleyemezsiniz.
Zımbırtı
İkisi arasında o kadar büyük farklar var ki. Biri durgunluğu, diğeri dinamikliği belirtiyor. "Oldum." dediğinde bitiyorsun. "Oluyorum." dediğinde durmadan deviniyorsun, değişiyorsun, hareket ediyorsun.
"Anarşist oldum." demek anarşizmin doğasına ters. Kendine anarşist diyen bir sürü kaybolmuş ruh tanıdım. Anarşist olmak mutlu son oluyor. Halbuki anarşizm mutlu başlangıç olmalı. Anarşist olana kadar bir sürü iş yapan, bir sürü kitap okuyan, projeler geliştiren, dinamikliğini en üst seviyelere durmadan taşıyanlar "Anarşist oldum." dediklerinde bitiyorlar. Kendilerini geliştirmeye ihtiyaç duymuyorlar. Halbuki anarşizm duramaz. Düşünceye sonsuz ufuklar açar. Eğer hayal gücü genişse bir insanın, kalıplara oturtma arzusu gütmüyorsa düşüncelerini; onun için anarşizm dışındaki her hangi bir düşünce akımı güdük kalır, onu budar, onu hapseder. Lakin "Anarşizm iyidir, anarşistler iğrençtir." sözünü haklı çıkarır her olay. Anarşist diye nitelendirilen insanlar "Anarşist oldum." demektedir çünkü.
"Ateist oldum." demek başlı başına bir gaf. "Ateist oluyorum." demek mesela; doğrusu budur. Yoksa "Muhammed sara hastası, İsa da orospu çocuğu." düşüncesinden bir adım öteye geçemezsin. Böyle bir sürü insan tanıdım. Sonradan seve seve seccadede takla atmaya başladılar. Mevcut dinlerin argümanlarını kolaylıkla boşa çıkarabilirsin. Ama ateist olmak için bu yeterli midir? Tanrının kesin olarak yok olduğunu söyleyemezsin mesela. Ama "Ben Tanrıyım." diyebilirsin. Dindar insanlara neden karşı çıktığımızı unutmamak lazım. Büyük patlamadan önce ne vardı? Ondan önce ne vardı? Bu gidişatın sonuna Tanrı'yı koyduğunda bir belirsizlik kalmaz. Yaratıcılığını kaybedersin. Evrenin dinamiği içerisinde hepimiz birer tanrıyız. Belirleyiciyiz. Kaos kuramından yola çıkarsak düşüncenin ileri kılcallarında müthiş bir yaratıcılığa ulaşabiliriz. Bir kanat çırpma ile Afrika'da bir fırtına başlatabiliriz. Ama belirsizlikten korktuğumuz anda, belirsizliklerin sonuna bir İLK'i koyduğumuz anda tüm yaratıcılığımızı kaybediyorz işte. Hareketlerimizi, düşüncelerimizi kısıtlıyoruz. "Ateist oldum." demenin de bundan bir farkı yok. Bu sefer de bir SON koyuyorsun. Bitiyorsun. Yaratıcılığını kaybediyorsun. Geldiğin son noktada Newton fiziğinin salak, can sıkıcı dualizmi içerisinde yok oluyorsun. Hiç oluyorsun.
Evren içerisinde, denizde bir katre olamayacak kadar küçüğüz, önemsiziz. Lakin evrene yön verebilecek kadar da büyüğüz önemliyiz. Hem bu kadar mütevazı, hem bu kadar büyük..
Belirsizlikler ile bezeli bir hayat ne kadar zevklidir. Dinamikler içinde salt bir aktör olmaktansa kendi dinamiklerini yaratan insanın zevki yegane büyüklük değil de nedir? Bu mesele salt yukarıdaki iki örnekte değil, hayatın her alanında böyledir. "Oldum." dediğinde kendine ve evrene bir son koyarsın. O "Son." kendi "İlk."ini yaratır ve yok olursun. İnsanın yegane büyüklüğü belirsizliklerden korkmadan üstlerine yürümektir. Yaratmaktır, belirlemektir.
Gözden kaçırılmaması gereken bir nokta: İnsan belirleyicilik konusunda diğerlerinden daha üstün değildir. Bir bit, bir pire, bir köpek, bir kelebek, bir fil, bir o, bir bu, bir şu ve hepsi yaratıcılık seviyesinde bize denktir. Ama işte insan "Oldum." deyip de kendini sonlandırdığında diğerlerinden daha aşağı düşüyor.
Muallime hanımlar ve muallime efendiler, bu irfan yuvası altında hepinizi bir arada görmekten ve hepinizi selamlamaktan çok memnunum.
Memleketimizi, toplumumuzu gerçek hedefe, gerçek mutluluğa ulaştırmak için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri memleketin geleceğini yoğuran irfan ordusudur. Bu iki ordunun her ikisi de kıymetlidir, yücedir.
Fakat bu iki ordudan hangisi daha değerlidir, hangisi bir diğerinden üstündür? Şüphesiz böyle bir tercih yapılamaz. Bu iki ordunun ikisi de hayatidir.
Yalnız siz irfan ordusu mensupları, sizlere mensup olduğunuz ordunun değer ve yüceliğini anlatmak için şunu söyleyeyim ki sizler ölen ve öldüren birinci orduya, niçin öldüğünü öğreten bir orduya mensupsunuz.
Mustafa Kemal Atatürk
---
Muallime hanımlar ve muallime efendiler, bu iğfal yuvası altında hepinizi bir arada görmekten iğreniyorum.
Devletin, gençleri rahatça öğütebilmek için iki orduya ihtiyacı vardır. Biri kardeşi kardeşe kırdıran generaller ordusu, diğeri gençlerin beynine tecavüz eden iğfal ordusudur. Bu iki ordunun her ikisi de kıymetsizdir, aşağılıktır.
Faket bu iki ordudan hangisi daha değersizdir, hangisi diğerinden daha aşağılıktır? Şüphesiz böyle bir tercih yapılamaz. Bu iki ordunun ikisi de mematidir.
Yalnız siz iğfal ordusu mensupları, sizlere mensup olduğunuz ordunun pislik ve aşağılığını anlatmak için şunu söyleyeyim ki sizler ölen ve öldüren birinci orduya, niçin öldüğünü öğreten bir orduya mensupsunuz.
Friedrich Camus
---
İki cümlede uzlaşıyoruz. Büyük başarı vallahi.
Abdullah Gül'müyoruz, Bugüne Lanet Ediyoruz!
Onlar ceplerini doldursun, bize nükleer ölüm!
Başladı, bütün köşe başlarını tutmuş AKP’nin nükleer saldırısı! Artık nükleer rantı kimin olacak diye bir kavga yok; hayat üzerine oynanan bu kumarda kazanacaklar ve yedi ceddiyle kaybedecekler belli! AKP’li ölüsevici gerontokratlar ve gaspçı katiller ceplerini doldururken, bütün insanlar ve canlılar mezarlıkları, en iyi ihtimalle hastaneleri dolduracak! Gençleri tabutta seven, polisi infazlara azmettiren, altın gelecek yerden Kaz dağlarını esirgemeyen, enerji krizi yalanlarıyla ölüm santrallerini pazarlayan “Ben halkımın ölüsünden, dirisinden, katilinden, katledilmişinden para kazanırım” diyen 301’ci AKP, Gül’ünü cumhurbaşkanı yaptıktan sonra nihayet Al Gül’üm Ver Gül’üm kumpanyası sahnede! Çankaya’nın dikenli Gül’ü, nükleer ölüm yasasını onayladı; gelsin şimdi nükleer ölümle ceplerini dolduracak gaspçı katiller meydane! Nasıl olsa, olan gerontokrat gaspçılara değil, daha doğmamış olanlara olacak! Ama hala utanmadan konuşuyor, koşuşturuyorlar! Çok aceleleri olduğu anlaşılıyor; emir büyük yerden olmalı! Sokaklar linç makamındayken, “operasyon” olacak mı olmayacak diye fallar açılırken bir de baktık ki daha beter bir katliam Gül’lerle süslenmiş!
Havasına, suyuna, taşına, toprağına siyanürün karıştığı, yaklaşık 50 milyon insanın betonarme mezarlıklarda deprem beklediği, topraklarından zehirli varillerin çıktığı, gençlerin linç müsabakaları, kullan-at katil olarak istihdam edildiği, dağlarda birbirini öldürdüğü, gerontokratların genç tabutlarına basıp esip savurduğu bu topraklarda patlatacakları son büyük bomba nükleer bomba mı olacak? Hayır! Yasalı, ruhsatlı saldırılarına izin vermeyeceğiz! Nükleer bombalarını burnumuzun dibine yerleştiremeyecekler, havamızı, suyumuzu, toprağımızı kirletemeyecekler, cinnet vatanı bir de nükleer atık çöplüğüne çeviremeyecekler! Nükleer katliamın kurdelesini kesemeyecekler! Son Gül’en Hilmi değil, yaşasın hayat diyenler olacak!
Unutulmayanlar
Kimse veremez
Kimse sana özgürlük veremez. Kimse sana eşitlik veya adalet veya başka birşey veremez. Eğer adamsan, sen alırsın.
Tutunamayanlar'dan Tutanaklar II
“İnsan üstünlüğü en az erkek üstünlüğü kadar yalandır. Goriller insanlardan daha güçlü ve bir o kadar da yumuşak huyludurlar; çitalar süratli ve zarif; yunuslar şen ve coşkundurlar. Mor ötesi ışığın farkına varan, açı ve mesafenin dansını eden arılar; sonsuz çeşitlikte tropik renkler içinde yüzerken eş zamanlı olarak ileriyi, yukarıyı, aşağıyı, ve arkayı gören balıklar; dünyanın manyetik alanını hisseden ve sürülerinin geri kalanıyla ritim halinde uçan yerkürenin üzerinde seyir halindeki kuşlar; on yıllar boyunca okyanusun engin genişliklerinde yaşayan deniz kaplumbağaları – onların bilgeliği ve vizyonu nedir?Diğer hayvanlar farklı bilgi tarzlarına sahiptir.”
-Joan Dunayer, “Seksist Kelimeler, Türcü Kökler”
Partizan
Gırtlağımda bir harf büyüyor
buna dayanacağım
dişlerim kamaşıyor yıldızlardan
buna da.
Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir.
Artık yırtarak açtığımız zarflarda
ne kargış ne infilâk
yalnız
koynunda çaresiz, çıplak
isyan işaretleri taşıyan
bir ergen cesedi.
Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir
uyusam bir dağın benimle uyuduğu oluyor
her gün şehrin ortasında bir ergen ölüyor
domuzuna ölüyor bankerlere durarak
noterden onaylı kâğıtlara durarak
mevlit ilanlarına durarak.
Yunmadık saçlarını okşuyoruz, yavrum.
—Yüzümüzde dolanan bir mayhoş kahkaha-
Gırtlağımda bir harf büyüyor
gırtlağımızda.
Sarp bir güvercin düşüyor yüreğimden
buna dayanmalıyım
ölünce bir partizan gibi ölmeliyim
sabahın kuşluk vaktine savrulan
savrulan savrulan ergen ölüleri gibi.
Şehrin şarkısını söylediğim zaman
yağız bir kımıltı oluyor sesim
korku ve cüzam
korku ve cüzam
korku...
Ne beklenebilir artık namlulardan.
Harçlar karılmış duruyordur
hem de kara
bir gerdek olarak yaşıyoruzdur kendimizi
ne beklenebilir.
Yırtarak açtığımız zarflarda
büyük tecimevlerinde, büyük çarşılarda
pokerde-sinemada-genelevlerde
ne bir suçlu çağrışımı, ne karabasan
yalnız o herkesler
o herkesler kendine akarak boğulan
ve sürdüren bir güleç kocamışlığı.
Bereketli kuşlar serpeceğim ayaklarıma
genzimi yakarak
bir cinayet türküsü söyleyeceğim ben de
ölürsem bir partizan gibi öleceğim
azgın bir gebelik halinde.
Beni dinmeyen bir mavilik kanırtıyor
buna dayanamam
bir çeteci dişleriyle söküyor kanımdaki çiviyi
buna da.
Radyodan silâh sesleri geliyor
ter kokusu geliyor, ayak
aksayan bir şey örtüyor
yüreğimin kabzasını
olmadık sesler geliyor radyodan
beynimde korkunç bir vida olarak
ergen ölüleri
artık ellerimi bu rahlelerden ayırsam
boyunbağımın ve gülüşümün o kirli
rahatlığından, yırtık uğultusundan şehrin.
Umudunun ayak seslerini okşuyoruz, yavrum.
Kuşandığımız
bu alkol kokusu bize ne getirdi ki!
ÇIKSAM
gök
şarlayarak devrilse ardımdan
-ölürsek bir partizan gibi ölmeliydik-
yürüsem parçalanmış bir ceset tazeliğinde
yürüsem beynimde kıpkızıl bir serinlik
sonra denizler devirebilirim dudaklarımdan
sonra aşk, sonra dirlik: partizan
---
Hey gidi İsmet Özel, sen ne güzel bir abimizdin.
Eskilerden Bir Yoldaş
1894 yılının Şubatında Paris'teki Cafe Terminus'a bomba attıktan sonra giyotine gönderilen Emile Henry'nin mahkemede yaptığı konuşmanın son paragraflarıdır:
...Belki de sadece yasaları koyan milletvekillerine, bu yasaları uygulayan hakimlere ve bizi tutuklayan polise saldırmalıyız? Bu fikre katılmıyorum. Bu adamlar sadece birer araç. Kendi adlarına hareket etmiyorlar. İşlevleri burjuvazi kendini savunsun diye kurumsallaştırılmıştır. Sizlerden daha suçlu değiller. Herhangi bir büroya sahip olmayan, ama paylarını tahsil eden ve işçilerin alın terinden kar ederek tembelce yaşayan iyi burjuvalar da misillemelerden kendi paylarına düşeni almalılar. Sadece onlar da değil; mevcut düzenden memnun olanlar, devletin faaliyetlerini alkışlayarak bunlara ortak olanlar, ayda üç yüz beş yüz frank kazanan ve insanlara yönelik nefretleri zenginlerden daha yoğun olanlar, her zaman en güçlünün tarafını tutan o ahmak ve gösterişçi insan kalabalığı; başka bir deyişle Terminus ve diğer büyük kafelerin günlük müşterileri!
İşte bu yüzden rasgele saldırdım ve kurbanlarımı seçmedim! Burjuvazi ıstırap çekenlerin artık bıktıklarını anlamalı; dişlerini gösteriyorlar ve siz onlara vahşice saldırırsanız onlar daha da vahşice karşılık verecekler. İnsan hayatına saygı duymuyorlar; çünkü burjuvazi insan hayatını umursamadığını gösterdi. Kanlı haftanın sorumlusu suikastçıların ve diğer insanları suikastçı olarak gören Fourmies'in hayatına saygı duymuyorlar.
Sevdiğimiz kişilerin kadın ve çocuklarına kıydıkları için burjuva kadın ve çocukların canını bağışlamayacağız. Evlerinde ekmek olmadığı için varoşlarda kansızlıktan yavaş yavaş ölen çocukları; yoksulluktan fahişelik yapmak zorunda kalmazlarsa şanslı sayılan ve günde kırk sous kazanmak için atelyelerinizde beti benzi atan kadınları; tüm yaşamları boyunca üretim makinesi haline getirdiğiniz ve güçleri tükendiğinde çöplüğe veya düşkünler evi attığınız yaşlı adamları masum kurbanlar arasında saymamalı mıyız?
Burjuva beyler en azından kendi suçlarınızı itiraf edecek cesareti gösterin ve bizim misillemelerimizin tamamen meşru olduğunu kabul edin.
Tabii ki, herhangi bir yanılsama içinde değilim. Eylemlerimin henüz onlara hazır olmayan kitleler tarafından anlaşılmayacağını biliyorum. Uğruna savaştığım işçiler arasında bile gazetelerinizle yanlış yönlendirilen, beni düşmanları olarak görecek bir çok kişi olacaktır. Ancak bu sorun değil. Ne herhangi birinin yargısıyla ilgileniyorum, ne de eylemin propagandasını yapanlarla dayanışmaya girmeyeceğini ifade etmekte acele eden ve kendisine anarşist diyen insanlar olduğundan habersizim. Onlar teorisyenler ve teröristler arasında ince bir ayrım yapmanın yollarını arıyorlar. Kendi yaşamlarını riske atmaktan o kadar korkuyorlar ki, eyleme geçenleri yadsıyorlar. Fakat devrimci hareket üzerindeki etkileri bir hiçten ibaret. Bugün alan eyleme açıktır; zafiyetsiz ve geri adım atmadan.
Rus devrimci Alexander Herzen bir keresinde şöyle demişti: "İnsan şunlardan birisini seçmek durumundadır: suçlanmak ve ileri doğru yürümek veya özür dilemek ve yolun yarısından geri dönmek. Ne özür dilemeye ne de geri dönmeye niyetliyiz. Faaliyetlerimizi özgür bir dünyanın yaratılmasıyla taçlandırana kadar, çabalarımızın hedefi olan devrime doğru yürüyeceğiz."
Burjuvaziye açtığımız acımasız savaşta merhamet dilemiyoruz. Ölüm veririz ve ona nasıl tahammül edeceğimizi de biliriz. Bu yüzden vereceğiniz karar benim için bir şey ifade etmeyecek. Keseceğiniz en son kellenin benimki olmayacağını biliyorum, kestiğiniz diğer kafalar düştükçe, yokluk çekenler Terminus ve Foyot gibi muhteşem kafe ve restoranlarınızın yolunu öğrenmeye başlıyorlar. Kanlı ölüm listesine başka isimler ekleyeceksiniz. Chicago'da asıyor, Almanya'da kelle uçuruyor, Jerez'de boğuyor, Barcelona'da vuruyor, Montbrison ve Paris'te giyotine gönderiyorsunuz; ancak hiçbir zaman anarşiyi yok edemeyeceksiniz. Onun kökleri çok derinde. Anarşizm çürüyen ve birbirinden ayrı düşen bir toplumun kalbinde doğar. Kurulu düzene karşı vahşi bir tepkidir. Otoriteye saldıran tüm eşitlikçi ve özgürlükçü idealleri temsil eder. Her yerde ve bu nedenle de kontrol altına alınmasını imkansız. Sizi öldürerek bitecek.
(İdam edildiğinde yirmi iki yaşındaydı.)
Kitaplar
El-Hayatî'nin kitaplarla ilgili yazdığı müthiş paragrafı herkes bilir. Zaten El-Hayatî hakkında bildiğimiz tek şey o paragraf. Ayrıntı yayınları sağolsun, ne diyelim. Paragrafı hatırlamak istedim:
"Kitaplarla yeni hayatlar kurulmaz; ütopyalar yaşanmaz; toplumsal hareketler doğmaz.
Kitaplar cevap vermez, sorusu olanlarla konuşur. Onları soru-cevap yalnızlıklarından kurtarır.
Kitaplar kişiyi çoğaltmaz. Mahremiyeti artırır.
Kitaplarla hayat hissedilmez, anlaşılabilir belki.
Kitaplar, kendisiyle, Öteki'yle, hayatın seçilmiş bir boyutunda sahiden buluşmak isteyenler ve bunu gerçekleştirmek amacıyla sahiden çaba gösterenler için basit yol göstericilerdir.
Kitaplar, öteki dünyada ödüllendirilme beklentisine dayanan dinsel ahlâkla yetinmeyerek daha insanî derinliklerin peşine düşenler için dünya bilgisini edinme ve hayal etme kapasitesini zorlama araçlarıdır.
Kitaplar karşı ve yana olmayı seçenler için vardır.
Ya da sıkılanlar için basit vakit öldürücülerdir."
Abdûlgaffar El-Hayatî
Ahmaklar Gemisi
Böyle salak saçma tartışmalara dalmışken ben, Ahmaklar Gemisi'ni okumak pek iyi geldi. Kaczynski o kadar güzel açıklamış ki.. Kamarot ne diye isyan ediyordu:
Sumaca
Bir kitabı yarılamak. Kalkmak. Bir şişe ucuzundan şarap açmak. Çoktandır el sürülmeyen bir kitabı raftan almak. Sayfalarını çevirmek. Rastgele bir paragrafı okurken bu paragrafın değerini daha önce farketmediğini düşünmek. Kitabı yerine koymak. Eski kitaba dönmek. Kafanın karışıklığı.. Kitabı kapayıp raftaki kitaba geri dönmek. Yine aynı paragrafı okumak. Kapamak. Dolaşmak. Bir sigara yakmak. Geri dönüp yine o paragrafı okumak. Kum torbasıyla oynaşmak. Sonra yine o paragrafı okumak. Müzik dinlemek. Yerinde duramamak. Sonra o paragrafı kağıda geçirip duvara asmak. Diğer kitabı bitirmeye çalışmak. İçin rahat etmemesi. O paragrafı bir sürü kağıda daha yazıp bir sürü duvara daha asmak. Hava soğuk.. İç devinimler yüzünden terlemek. "Bir konu bu kadar mı güzel anlatılır, bu kadar mı insanın içine işler.. Ne kadar naif, ne kadar usta.." diye düşünmek. Daha önce sayısız kez hayran olunan yazara bir kez daha hayran olmak.
Bunun bende şu anki karşılığı budur:
"Sahip olma hazzı da sürme isteğinin bir başka biçimidir; aşkın güçsüz sayıklamasını oluşturan da budur. Hiçbir varlık, hatta en sevileni ve sevginize en iyi karşılık vereni bile, hiçbir zaman bizim değildir, sevgililerin bazı bazı ayrı olarak öldükleri, ama her zaman bölünmüş olarak doğdukları bu acımasız yeryüzünde, bir varlığa tümüyle sahip olma, bütün yaşam süresince onunla saltık bir kaynaşma olanaksız bir gerekliliktir. Sahip olma eğilimi o denli doymak bilmez bir eğilimdir ki, aşkın ölümünden sonra da yaşayabilir. O zaman sevmek, sevileni kısırlaştırmaktır. Bundan böyle, yalnız sevenin yüz kızartıcı acısı, artık sevilmemekten çok, ötekinin hala sevebileceğini, seveceğini bilmekten ileri gelir. Son noktada, çılgınca bir sürme ve sahip olma isteğiyle yanan her insan, sevmiş olduğu kimselerin kısırlaşmasını ya da ölmesini diler. Gerçek başkaldırıdır bu. Varlıkların ve dünyanın hiç mi hiç el değmemişliğini bir kez olsun istememiş, bunun olanaksızlığı karşısında özlemle, güçsüzlükle titrememiş olanlar, sonra, hep o eski saltlık özlemlerine düşe düşe, yarı yükseklikte sevmekten yıkılmamış olanlar, başkaldırının gerçekliğini, yıkma azgınlığını anlayamazlar. Ama varlıklar her zaman kaçar elimizden, biz de onlardan kaçarız; sağlam köşeleri yoktur ki tutasın. Bu açıdan yaşam 'biçem'sizdir. Durmamacasına biçimin ardından koşup da onu hiç bir zaman bulamayan bir devinimden başka bir şey değildir. İnsan bölünme içinde, kral olacağı sınırları verecek olan bu biçimi arar boşu boşuna. Bu dünyada tek bir canlı nesne biçimi olsun, uzlaşacaktır!"
Ben Hasta Bir İnsanım
Ben hasta bir insanım. İçi öfke ile dolu çekilmez bir insanım ben. Öyle sanıyorum karaciğerimde bir sorun var. Aslına bakarsak hastalığımın ne olduğunu bilmiyorum. Dahası, neremin ağrıdığını bile bilmiyorum. Tıp bilimine ve doktorlara çok büyük saygı duyduğum halde tedavi olmak için kılımı bile kıpırdatmıyorum. Ayrıca tıbba saygı duyacak kadar boşinançlarım da var. (Çok iyi bir öğrenim gördüm; boş inançlarımın olmaması gerekir ama ne yapayım, inanıyorum işte.) Yalnızca inadım yüzünden tedavi olmak istemiyorum. Sanıyorum siz bunun neden olduğunu anlayamazsınız. Ama ben çok iyi anlıyorum. Bendeki huysuzluğun kimin canına okuyacağını söylemeyeceğim elbette. Bunu ben de bilmiyorum ki. Ama tedaviden kaçarak doktorlara bir kötülük yapmadığımı, kötülüğü yalnızca kendime yaptığımı çok iyi biliyorum. Bildiğim halde, sırf inadım yüzünden tedavi görmüyorum işte. Karaciğerim fena halde ağrıyor, varsın daha kötü ağrısın!
Hapishane-Polis-Suç
Hapishane rejimine hangi yenilikler getirilirse getirilsin, hapishaneden çıkanın yeniden suç işlemesi sorunu, önemini kaybetmiyor. Bu kaçınılmaz: Ancak şöyle olabilir; hapishane insanın topluma uyumunu sağlayan tüm niteliklerini öldürür. Onu, tekrar hapishaneye dönecek türdan bir insan yapar...
Her hapishanenin başına bir Pestalozzi getirilmesini önerebilirim... Hatta mevcut gardiyanların, eski polis ve eski askerlerin yerine altmış Pestalozzi'nin getirilmesini önerebilirim. Ama, diye soracaksınız, o kadar çok Pestalozzi'yi nereden bulacaksın? Yerinde bir soru. Büyük İsviçreli öğretmen, en başta, tüm hapishaneler ilke olarak insanı özgürlükten mahrum bıraktığı için, kesinlikle bir hapishane gardiyanı olmayı reddederdi. Bir insanı özgürlüğünden mahrum kıldığınız sürece, onu daha iyi biri yapamazsınız. Suçu alışkanlık haline getirmiş suçlular yetiştirirsiniz.
Toplumumuzda, gerçek tehlikelere oranla çok abartılmış, büyük bir endişe ve korku var. İnsanlar savunmasızlıktan korkuyorlar. (Bu da başka bir alanda insanların neden silahsızlanma fikrini kabul edemediklerini açıklıyor; insanlar gerçekten savunulduklarını sanıyorlar.) Suç konusuna genel olarak sürekli kafa yorma ve gösterilen bu ilgi, gerçekten de, toplumun suçlularını yalnız yaratmadığı, aynı zamanda onlara ihtiyaç duyduğu ve sonuç olarak sapkın bireyleri suçlu rolü "oynamaya" ittiği yolundaki psikoanalitik teoriyi de doğruluyor gibi.
Belki de Herşey Açık.. Tıkanalı Çok Oldu
Nestor Mahno ve Ukrayna İsyanı
Mahnovistler kimlerdir? Mahnovistler, 1918'de Ukrayna'da Avusturya-Alman, Macar ve Hetman burjuva egemenliğinin baskılarına karşı başkaldıran köylü ve işçilerdir. Mahnovistler, Denikincilere ve nereden gelirse gelsin her türlü baskı, yalan ve şiddete karşı mücadele bayrağını yükselten emekçilerdir. Mahnovistler, genel anlamda burjuvaziyi, şimdilerde ise Sovyet burjuvazisini emekleriyle zenginleştiren ve besleyen işçilerin ta kendisidir.
Neden kendimize Mahnovist diyoruz? Çünkü, Ukrayna'da gericiliğin en korkunç günlerinde, saflarımızda asla yorulmak bilmeyen, güvenilir bir dost, bir lider gördük: Mahno. Sesini tüm Ukrayna'da duyurarak emekçi halkın üzerindeki baskılara karşı çıkan, bize ihanet eden bütün zalimlere, yağmacılara ve politik şarlatanlara karşı savaşı başlatan kişi Mahno'ydu. Mahno bizimle birlikte saflarda kararlı bir şekilde ortak amacımız doğrultusunda yürümektedir; emekçi halkın her tür baskıdan kurtulması amacına doğru.
İşte Mahnovistler yayımladıkları bir bildiride kendilerini ve Nestor Mahno'yu böyle tanımlıyorlar.
Mahnovşçina hareket, tarihte anarşistlerin genişçe bir zaman diliminde büyük toprak parçalarını denetledikleri pek az örnekten biri, Mahno'nun Ukrayna'da önderliğini yaptığı harekettir.
Onun için Mahno ve Mahnovşçina Hareketi bir arada inceleyeceğiz. Önce Mahno'nun biyografisi ile ilgili bilgiler verelim.
Nestor İvanoviç Mahno, 27 Ekim 1889'da Yekaterinoslav Eyaleti'nin Aleksandrovsk Bölgesi'ndeki Gulya-Polye köyünde doğdu. Diğer dört kardeşiyle birlikte annesinin himayesinde büyüyen Mahno, babası öldüğünde henüz on aylıktı. Yoksul bir ailenin çocuğu olan Mahno, 8 yaşında okula başladı. 12 yaşında iş bulmak için okulunu ve ailesini terk etti. Alman kulaklarının yanında yanaşma olarak çalıştı. 16 yaşına kadar politik dünya ile her hangi bir ilgisi olmadı.
Mahno, 17 yaşında politik görüşlerini belirlemeye başladı ve anarko-komünistlerin saflarına katılmaya karar verdi.
1908'de anarşist gruplara üye olmak ve şiddet eylemlerinde yer almaktan dolayı tutuklandı ve idama mahkum oldu. Ancak yaşının küçük olması nedeniyle cezası ömür boyu hapse çevrildi.
9 yıl hapishanede kalan Mahno, burada kendisini geliştirdi. Hapishane bir okul görevi gördü. Nihayet, 2 Mart 1917'de diğer politik tutuklularla birlikte serbest bırakıldı. Hapishaneden çıkınca köyüne Gulya-Polye'ye geri döndü. Edindiği bilgilerle köylüleri örgütlemeye başladı. Bu arada Ukrayna, Avusturya birlikleri ve onların Ukraynalı kuklaları Hetman milislerinin işgali altındaydı. Mahno, anarşizm bayrağı altında partizan bir çete kurdu.
At sırtında ve makineli tüfekleri yüklendiği hafif köylü arabaları ile dolaşan Mahno ve adamları, her gittikleri yerde kendilerine yeni partizanlar kazanıyordu. Böylece dağınık vaziyette bulunan gerilla çeteleri Mahno'nun komutasında siyah bayrak altında toplandı.
Halk arasında Mahno hakkında bir çok efsane yayıldı. Onu yenilmez bir savaşçı olarak görüyorlardı. Adamları tarafından Batko(Ukrayna'daki devrimci başkaldırının lideri) olarak kabul edildi.
Mahnovşçina Hareketinin başarısı sadece askeri alanla sınırlı kalmadı. Mahno hareketi ve ordusu bir bölgeyi ele geçirir geçirmez, ilk yaptıkları şey liberter hareketi uygulamak oluyordu.
"Kent halkı ve işçilerine, bu kent Mahnovist Devrimci İsyan Ordusu tarafından ele geçirilmiştir. Bu ordu hiç bir siyasi partiye, iktidara veya diktatörlüğe hizmet etmez... Ordu hiç bir otoriteyi temsil etmez. Hiçkimseye bir yükümlülük getirmeyecektir. Tek görevi işçilerin özgürlüğünü savunmaktır. İşçilerin özgürlükleri kendilerina aittir ve kesinlikle kısıtlanamaz. Şurası bilinmelidir ki, Mahnovist ordu onları hiç bir şeye zorlamayacak, hiç bir şey emretmeyecek veya benimsetmeye çalışmayacaktır. Mahnovistler onlara yardım edebilir, öneri sunabilir, güçlerini onların hizmetine verebilirler. Ama kesinlikle onları yönetmeye kalkışmazlar."
Bu bildiriden de anlaşılacağı gibi Mahnovist ordu, disipline dayalı bir ordu değil, gönüllülerden kurulu bir orduydu. 1918 Ekim ve Kasım aylarında Mahno müfrezeleri Hetman'ın karşı-devrimine yönelik genel bir saldırı başlattı. Avusturya ve Alman birlikleri 1. Dünya Savaşı'nın bitimiyle birlikte Ukrayna topraklarından çekilince, Ukraynalı milliyetçi lider Petliyura yandaşları ülkeyi ele geçirme girişiminde bulundu.
1919 yılında Petliyura ve Denikin'e karşı mücadelede Kızıl Ordu, Mahno'ya birlikte hareket etmeyi önerdi. Mahno ve ordusu kendi şartları altında bunu kabul etti. Şartları genel olarak kendi kimliklerini korumaktı. Ancak Bolşevikler, Mahnovistleri kendi yanlarına çekmeyi başaramayınca, onlara karşı saldırıya geçtiler. Bu arada Rus basını da Mahno ve taraftarlarına karşı saldırıya geçti. Halbuki kısa bir süre önce Kızıl Ordu ile birlikte hareket ederken birer kahramandılar. Aynı yılın Mayıs ayında Mahno'yu öldürmek için gönderilen iki Çeka ajanı yakalandı ve idam edildi. Bunun üzerine Troçki, Mahno'yu yasadışı ilan etti. Bir kaç gün sonra Kızıl Ordu, Mahnovistlerin kurduğu tarım komünlerini dağıttı. Bunu Denikin kuvvetlerinin yaptığı katliamlar izledi. Bunun üzerine Mahnovistler geri çekildi. 1920 yılı boyunca Bolşevikler, Mahno ve adamlarına karşı savaşmayı sürdürdü. Sonunda Mahnovistler bir çok cephede savaşmaya dayanamayarak yenik düştü. 2 Eylül 1921 günkü Romanya gazeteleri yaralı olan Mahno ve karısının da aralarında bulunduğu 77 kişinin Besarabya'ya geçtiğini duyurdu.
Mahno ve karısı bir süre Romanya'da kaldı. Ancak buradan Polonya'ya kaçıp yeniden Ukrayna'ya dönmeye çalıştı. Bunda başarılı olamadı. Romanya hükümeti Ruslar tarafından sıkıştırılıyordu. Bunun sonucu olarak Mahno ve karısı sınır dışı edildi. Mahno Polonya'ya geçti. burada yargılandı ve hapsedildi. 1 Aralık 1923 günü delil yetersizliğinden serbest bırakıldı.
Mahno karısını Polonya'da bırakarak Almanya'ya gitti. Berlin'de bir süre kaldıktan sonra ise hayatının sonuna kadar kalacağı Paris'e geçti. Şehir ortamı hiç bir zaman Mahno'ya uygun gelmemişti. Devamlı olarak Ukrayna'ya dönmenin planlarını yapıyordu. Ancak bunda hiç bir zaman başarılı olamadı. Sağlığı yerinde olmadığından geçimini sağlamakta zorlanıyordu. Kendisine anarşistler yardım ediyordu.
Mahno, Paris'te bir çok anarşist ile karşılaştı. Bunların içinde İspanyol anarşisti; gezgin, soyguncu, çeteci, gerilla Buenaventura Durruti’de vardı. Paris sürgünü sırasında Mahno’yu ziyaret etti. Mahno, konuşmanın sonunda Durruti’yi şu sözler ile uğurladı; “Mahno hiçbir zaman kavgaya hayır demedi. Başladığınızda –eğer hayattaysam- sizlerle birlikte olacağım”. Mahno gerçekten de yılmaz bir anarşizm savaşçısı, Woodcock’un tanımlamasıyla anarşizmin Robin Hood’uydu. Paris'teki yaşamı onu içten içe ölüme götürüyordu. Mahno’ya son darbeyi vuran, yakın arkadaşı Peter Arşinov oldu. Birlikte mücadele ettikleri bu “anarşist”, 1934 yılında Stalin’in yönetimindeki SSCB’ye geri dönüyor ve anarşistlere SSCB’yi tanımaları yününde tavsiyelerde bulunuyordu. Mahno’yu derinden sarsan bu olayınardından 19 Mart 1934’de tüberküloz teşhisi ile hastaneye yatırıldı. 25 temmuz, çarşamba sabahı, 44 yaşında, hayata gözlerini kapadı.
Cenaze töreni 28 Temmuz'da yapıldı ve çeşitli ülkelerden 500 kadar anarşist katıldı. Rus Anarşistlerinin büyük bir çoğunluğu Mahno'yu anlayamamış ve devletin onun için yaydıklarına inanmışlardır. Buna istisna yalnızca Kropotkin olmuştur.
"Yoldaş Mahno'ya, kendisine iyi bakmasını söyleyin, zira Rusya'da onun gibi kişilerin sayısı az."
Kropotkin bu sözleri 1919 Haziran ayında söylemişti. Yani Rusya'da Mahno hakkında resmi yaygaralar dışında henüz başka bilgi yokken.
Doğruları Söyleyen Soytarı
Hani demiş ya "Belki de bir soytarıyım. Ve gene de doğrular çıkıyor ağzımdan.." diye. Bunu derken bile çok doğru konuşuyor bu soytarı. Şu tarihte ve şu mekanda yaşamaktan iki nedenden ötürü nefret edebilirim. Soytarı ile karşılıklı konuşamadığım için nefret edebilirim mesela. Bir de Camus ile maç yapamadığım için. Aslında nefret etmek isterse insan zarları hep yek getirebilir. Bu bahsettiklerim sadece zırvalama niyetine geçiyor o zaman.
Her ne ise, alıştığım ruh haletinin dışına çıktığımda soytarıyla manevî bir sohbete dalıyorum. Hayatı boyunca doğruları söylemiş ve dahi anlaşılması bugüne kısmet olmuş soytarı beni kendime getiriyor. Bugünün incisi ne idi? Şu idi:
"Hepimiz bazen birileriyle o kadar yakınlaşırız ki dostluğumuzu ya da kardeşliğimizi hiç bir şey engellemiyormuş gibi görünür, bizi ayıran küçücük bir köprü vardır, hepsi o kadar.
Ama tam sen bu köprüye adım atacakken sana şu soruyu sorsam: "Bu köprüyü geçip bana gelir misin?" işte o anda artık bunu istemeyiverirsin, sorumu tekrarlarsam öylece suskun kalırsın.
O andan itibaren aramıza dağlar ve azgın nehirler girer, bizi ayıran ve birbirimize yabancılaştıran duvarlar bitiverir önümüzde ve bir araya gelmek istesek de artık yapamayız.
Ama o küçücük köprüyü düşündüğünde sözcüklere sığmayacak kadar büyüyüverir gözünde; yutkunur ve şaşar kalırsın..."
Soytarı işte..
Doğruları söylüyor.
Kaplan! Kaplan!
Kaplan! Kaplan! gecenin ormanında
Işıl ışıl yanan parlak yalaza,
Hangi ölümsüz el ya da göz, hangi,
Kurabildi o korkunç simetrini?
Hangi uzak derinlerde, göklerde
Yandı senin ateşin gözlerinde?
O hangi kanatla yükselebilir?
Hangi el ateşi kavrayabilir?
Ve hangi omuz ve hangi beceri
Kalbinin kaslarını bükebildi?
Ve kalbin çarpmaya başladığında,
Hangi dehşetli el? ayaklar ya da
Neydi çekiç? ya zincir neydi?
Beynin nasıl bir fırın içindeydi?
Neydi örs? ve hangi dehşetli kabza
Ölümcül korkularını alabilir avcuna?
Yıldızlar mızraklarını aşağıya atınca,
Göğü sulayınca gözyaşlarıyla,
Güldü mü o, görünce eserini?
Kuzu'yu yaratan mı yarattı seni?
Kaplan! Kaplan! gecenin ormanında
Işıl ışıl yanan parlak yalaza,
Hangi ölümsüz el ya da göz, hangi,
Kurabilir o korkunç simetrini?
William Blake
Besbelli
Kendimi tanıtırdım ama, aslında bir adım yok. Bana 'V' diyebilirsiniz. İnsanlığın varoluşundan beri bir avuç baskıcı, hayatlarımızın bizim yüklenmemiz gereken sorumluluğunu yüklenmeyi kabul ettiler. Böyle yaparak gücü ele geçirdiler. Onların yolunun nereye çıktığını gördük; kamplardan, savaşlardan mezbahaya. Anarşide bir yol daha var. Anarşiyle molozlardan yeni bir hayat doğar. Umut yenilenir.
'Anarşi öldü!' diyorlar, ama görüyorsunuz ya, ölüme dair haberler abartılıyor.
V I
Marcos kimdir?
Gözleri bulut rengindeydi, yok, melekût rengindeydi, atmosfer, kurşuni ilksizlik sabahı rengindeydi, ruh... Rengindeydi. Haaa! Anladım; gözleri tümüyle ruh rengindeydi, ruh ne renktedir? Ruh mu? Bilmeyecek ne var?
Ruh tümden ne renktedir, ne renktedir... Onun gözleri rengindedir.
Buğu ne renktedir? Onun gözleri renginde değil midir? Gözleriyle düş kuruyor, gözleriyle düşünüyor gibiydi, gözlerinin bir yerler gördüğünü sanmıyorum.
Ben şimdi düşlemimde bir odağa dalmışım, gözlerim durgun bir delinin gözleri gibi gizemli bir korku içinde göremez olmuş, kıpırdamaz olmuş, açılıp kapanmayı unutmuştur.
Yanılmayasınız, bunlar birilerine ilişkin söyleyerek duymasını istemediğimiz sözlerden değildir, yok, bunlar bir şey değil, buna benzer söz çoktur, çok da değersizdir, herkesin böyle sözleri olur, birilerine, bir seslenilene söylenecek sözlerden söz ediyoruz biz, ondan başkasına söylenemeyecek, ondan başkasına söylenememesi gereken, bununla birlikte onunda
duymaması gereken sözler, yüce, güzel tatlı sözler bunlardır, seslenilenin bile namahrem olduğu sözler!
Bu nasıl söz? Bu nasıl seslenilen?
Bulunmadıklarında bulunduklarından daha çok "var olan" kimseler! Yer yer duymamaları gereken sözlerin seslenileni olan kimseler bunlardır işte, kendileriyle hep konuşur durumda olduğunuz kimseler bunlardır, güzel sözlerimizi de bunlara söyleriz hep, duymalarını istemediğimiz sözleri, hep yazıp ta göndermediğimiz mektupları da bunlara yazarız.
Özgün sözler, "duyulmak" için söylenen sözler değildir, "söylenmek" için söylenen sözlerdir. Özgün yazılar "okunmak" için yazılan yazılar değildir, "yazılmak" için yazılan yazılardır.
Kuşlara benzer duygular. Nereden gelir bilinmez. Kâh çığlık çığlıktır, kâh sesleri işitilmez. Bağrında güneşler tutuşmuyorsa selamlayıp geçerler seni. Kuşlar soğuk iklimi sevmez.
Aşk sevenin içinde varolan bir güçtür. Kendisini sevgiliye çeker. Oysa sevgi sevilende varolan bir albenidir. Seveni sevilene götürür. Aşk, sevgiliye egemenliktir. Oysa sevgi, sevilende yok olma susuzluğudur.
Birden içime şu korkunç soru düşüvermişti: "Ben hangiyim?"
Ruhunun bu kaygıyı duyumsayabilecek oranda büyük, geniş olduğunu düşünüyorum. Kişinin kendini kendi içinde yitirmesinden daha korkunç ne olabilir? Kişinin kendi içinde... ne desem?.. Kendisiyle iç içe olmuş, kendilerini kendisi gibi göstermiş... Yabancılar olmasından daha büyük bir yıpranış olabilir mi? Şimdi ben kim olduğumu bilmiyorum... ne korkunç!
İçine bir yeraltı su geçidi gerek senin
İğretilere kapın açılmasın diye senin
Evin içinde bulunan bir su testisi bile
Dıştan gelen bir ırmaktan iyi senin için
Çok ilginç! O var iken görmüyordum, o çağırıyor iken işitmiyordum... Ben görmeye başladığımda o yoktu... Ben işitmeye başladığımda o çağırmıyordu... Soğuk, duru bir pınar, senin karşında coşmakta, çağırmakta, inlemekteyken, sende suyun değil, ateşin susuzluğunu çekiyor iken, pınarın kurumasıyla birlikte, pınarın, senin susuzluğunu çektiğin o ateşten boşalıp buğulaşarak boşluğa uçmasıyla birlikte böylece ateşin, çöle saldırarak onu kendi içerisinde eritmesiyle, yerden ateş bitip, gökten ateş yağmasıyla birlikte senin ateşin değil suyun susuzluğunu çekmeye başlaman, sonra da varoldukça senin yokluğunun üzüntüsüyle eriyen kimsenin yokluğunun üzüntüsüyle bir yaşam boyu erimen ne üzücüdür!
"Var olmak", dar, karanlık bir hücredir; kapısı ölüm, penceresi yaşamdır, pencerelerini bulmamış olanlar ya da yalnız "var olmak"la yetinecek ölçüde "az" olanlar ile bu "az olmak" tan biraz çok olmaları ya da çok duruma gelenler intiharın kurtarıcı yardımıyla, kapıyı açar, kurtuluşa doğru kaçarlar.
"İnsan" olma "bilme" ile gerçekleşmektedir. Bunun en yüce belirginliği de kendini bilmedir. "Kendini bilme" ne rastlantısal olarak, ne de daha önceki bir kararlaştırma ile ve ne de gaybî ilham, kalbî duyumsama veya iç ışıması ile olur. Başkası (L'autrui) ile yürüttüğü ilişkilerinden yola çıkarak insan, "ben" (Lemoi)e ulaşmaktadır. "Başka" olanı tanımakla ve duyumsamakla "kendisi"ni keşfetmektedir.
--------------------
--Ali Şeriati--
Ölü Mü Denir
Kaza Vİdeoları
Karışık Videolar
Seri Katiller
SERİ KATİLLER |
Allah beni çagiriyor. Hakkimi almak için ben Allah’in yanina gidip gelecegim.
Ali Kaya |
|
Yasli insanlari öldürüyorsam da bunlar zaten zamanlarini doldurmuslar. |
|
İnsanları öldürmeyi seviyorum, çünkü çok eğlenceli . |
|
Biz seri Katiller, oğullarınızız, kocalarınızız, biz her yerdeyiz. |
|
John A Muhammad ve John Lee Malvo adli iki kisi oldugu düsünülen seri katiller. Sniper |
|
Vampire Of Sacramento 6 kişinin canını almış bir seri katildir. Richard Trenton Chase |
|
Night Stalker (GECE AVCISI) Sizi ahmaklar beni hasta ediyorsunuz. Intikamim alinacak. Richard Ramirez |
|
Almanya’nin Cologne sehrinde 26 Mayis 1883’te dogmustur. Berbat bir aile yapisi içinde büyüdü. Peter Kürten |
|
1970’li yıllarda Kolombiya, Peru ve Ekvator’da 300 kişiyi öldürdüğü belgelenmişti. Pedro Lopez Monsalve |
|
Ikinci karisindan bosandiktan sonra evine davet ettigi oglanlara tecavüz edip öldürmeye basladi. John Wayne Gacy |
|
“Onlari yedigimde içimde tekrar dirileceklerini umut ediyordum” Jeffrey Lionel Dahmer |
|
“Birini öldürmek, sokağa çıkmak gibi bir şeydir. Eğer bir kurban istiyorsam, sokağa çıkar ve bir tane bulurum.” Henry Lee Lucas |
|
Muazzam bale fantezisi Kirmizi pabuçlar ile taninan Britanyali film yönetmeni . Harvey Murray Glatman |
|
Bütün şüphelerin ötesindeki katil İngiliz Doktor Harold Shipman’ın 27 yıllık meslek hayatında 250 kişiyi öldürdüğü raporla belgelendi. Harold Shipman | |
HANNOVER VAMPIRI (1879-1925) Yirminci yüzyilin en kötü söhretli sehvet katili . Fritz Haarmann |
|
Kan Emici Kontes 1560-1614 yillari arasinda yasamis olan Macar kontesi. Elizabeth Bathory |
|
The Co-Ed Killer “Yalnizca büyükannemi öldürmenin nasil bir his oldugunu merak ettim” Edmund Kemper |
|
“Bana haksızlık edenleri affediyorum” Namı diğer Goril Katil, Amerikan suç kayıtlarında tarihi bir yeri vardır. Earl Leonard Nelson |
|
Dünyaya gözlerimi açtığım yatağın yanında şeytan benim arkadaşım olarak beklemekteydi ve o günden beri benimle beraber. Dr. Henry Howard Holmes | |
“Ölümlere sebep olan rüyalar üretiyordum. Benim suçum buydu“ Dennis Nilsen |
|
“Onlari incitmek istemedim. Onlari sadece öldürmek istedim” David Berkowitz |
|
Kiz arkadasi Caril Fugate ile birlikte 50’lerin sonunda bir düzine insani öldürmüstür. Charles Starkweather ve Caril Fugate |
|
“Bana tepeden bakarsaniz, bir aptal görürsünüz. Bana asagidan bakarsaniz, tanrinizi görürsünüz. Bana tam karsimdan bakarsaniz, kendinizi görürsünüz” Charles Manson ve Ailesi |
|
Yosemita Katili olarak bilinir. Yosemite’da bulunan Naturist Ulusal Parkta ve yakinlarinda toplam 4 kadini öldürmüstür. Cary Stayner |
|
“Bana doğru gelen güzel bir kız görünce iki şey düşünürüm. Bir yanım onunla çıkmak ona gerçekten iyi hoş davranmak gerektiği gibi davranmak ister. Öteki yanım mızrağın ucuna geçirilmiş kafasının nasıl görüneceğini.” Edward Gein (Ed Gein) | |
“Keske tüm insanligin tek bir boynu olsaydi ve o da benim elimde olsaydi” Carl Panzram |
|
Tam 931 kişiyi beyaz ve sarı renkli bir kumaş parçasıyla boğarak öldürmüştür. Berham |
|
“İnsanlar beni tanımıyor. Tanıdıklarını sanıyorlar ama, tanımıyorlar” Andrew Phillip Cunanan |
|
“Yaptıklarımı cinsel bir tatmin için değil, daha çok huzur bulabilmek için yaptım” Andrei Romanovich Chikatilo |
|
Boston Strangler-Boston Kasabı-Boğucu 1931 -1973 “Ben mi? Ben kadınlara zarar vermem. Ben kadınları severim.” Albert Desalvo |
|
Hitchhiker Serial Killer (Otostopçu Seri Katil) Ben masumum. Umarım size de tecavüz ederler bok çuvalları. Aileen Wuornos |
|